Hoş geldiniz!

Bir kalbi sevindirmek, bu dünyaya bırakabilecek en güzel hediyedir.

13 Ağustos 2016 Cumartesi

, , ,

Duyulmayan Sözcükler

Duyulmayan Sözcükler  

ÖZET:
''Demek ki her kahraman sonsuza kadar yaşamıyormuş.''
Percabeth | Bozulan Kural Percy'nin bakış açısı + eklenmiş sahneler. 


KATEGORI: Hayran Kurgu > Kitap > Percy Jackson & Olimposlular
KARAKTERLER: Annabeth Chase, Percy Jackson
TÜR: Dram
UYARILAR: Hiçbiri
KOLEKSIYON: Hiçbiri
HIKAYE DIZISI: Hiçbiri
BÖLÜM: 1 | BITMIŞ: Evet | SÖZCÜK: 2490 | OKUNMA: 337
YAYINLANMA: 08.02.16 | GÜNCELLEME: 08.02.16


Percy, her şeyin nasıl başladığını en ufak ayrıntısına kadar hatırlıyordu. Şimdi üstündeki kanın sebebi olan her yaranın, göğsünü delip geçen her bıçak darbesinin verdiği acıyı. Ancak hissettiği en derin acı, aldığı yaralarla yere düşmeden önce onu tutmaya çalışan kızın gözlerindeki ifadeydi. Sevdiği kızın, Annabeth'in o gri gözlerindeki korkuyu görmüştü. O korkuyu onun gözlerinden almak ve o gri gözleri tekrardan gülümsetmeyi her şeyden çok isterdi.
Ona daha önce teklif edilmiş olan sonsuzluktan bile.
Sonsuzluk... Ölüm de bir sonsuzluk değil miydi? Sonsuzluk; uzun ve yalnız bir bekleyiş olsa da insanı mutlu edemez miydi?
Cennet... Cennet, sevdiklerin olmadan da güzel miydi? Hissettikleri, onu sonsuz mutluluktan alıkoyacak kadar gerçek miydi? Melez Kampı'ndaki, sakin ve huzurlu günlerinde, bazen içine bir kuruntu düşerdi. Her gün canavarlarla savaşan bir Üç Büyükler melezi olunca bunu düşünmemenin imkanı yoktu. Belki bunu kimseye yansıtmamıştı, belki herkes onu Yosun Kafa'lıklarıyla tanıyordu -kimsenin Annabeth kadar tanımadığına adı gibi emindi- ama o daha diğer melezler gibi bunu düşünüyordu. Bir gün, bu savaşların birinde onu bulabilecek, hazın sonu.
Ölümü.
Yattığı yerden kulübesinin tavanını izlerken, olabilecekleri düşünürdü. Büyük ihtimalle yaptığı onca şeyden sonra babası ona kıyak geçer, onu Elysium'a yollardı. Cennete. Gerçekten de oraya ulaşma şansı vardı. Bu uğruna ölümden döndüğü tanrılar, onca yaptığından sonra bunu ona çok görmezdi.
O bir şekilde başının çaresine bakardı ancak geride kalanlar? Bu annesini kahrederdi. Ya Annabeth ne hissederdi? Kıvırcık? Ona her seferinde patron diye seslenip şakalar yapan pegasus, Karakorsan hala şakalarına devam edebilir miydi? Ölümü gerçekten insanları etkiler miydi?
Öyle ya da böyle, ölüm onu bir gün bulacaktı, bu dünyada yaşayan herkesi bulacağı gibi. Birilerine veda etmek zorunda kalacaktı. Birilerini üzecek, arkasında gözü yaşlı insanlar bırakacaktı.
Kendini ve sevdiği insanları buna hazırlayabilirdi. Ama zamanı olmadı.
O hiç bu kadar erken olacağını düşünmemişti.
Kim olduğundan emin değildi ancak birilerinin ona yardım ettiğini biliyordu. Zaman onun için normalde olduğu kadar hızlı akmıyordu. Babası, Kader tanrıları, Hades ya da ona bunu verecek kadar durumuna üzülmüş birisi. Birisi, ona yaptıklarının karşılığı olarak veda etmesi için vakit veriyordu.
Gülümsedi ya da en azından öyle olduğunu hissetti. Şimdi karşısında, o karanlık odanın, pürüzlü tavanı, bakış açısının kenarındaysa görüntüsü bile onu mutlu eden sarı bukleler vardı. Buna rağmen artık odanın ucundaki su seslerini duyamıyordu. Tanrılar, her zamanki gibi çok da bonkör değildi.
Bedeni hissizleşti; o canını yakan yaralar şimdi sızlamıyordu bile. Sanki o olay hiç yaşanmamıştı. Sanki şimdi kalp atışları durmanın eşiğinde değildi.
Sanki veda etmek zorunda değildi. Uzanıp sevdiği kızı kollarının arasına alacak, onun ağlamasını dindirecekti. Ben iyiyim, biz iyiyiz, diyecekti.
Ama diyemeyeceğini biliyordu.
Hemen yanında duran Athena kızının bedeni hala sıcaktı, kendininkinin aksine. Onun bedeninden yayılan sıcaklığı hissedebiliyordu. Belki de o an hissettiği tek somut şey buydu.
En azından o yaşıyor, diye düşündü. O an gözlerini kapatıp teslim olabilirdi. Bunun için bütün tanrılara, defalarca teşekkür etti. Şimdi çok daha mutluydu; onu hiçbir şeyin mutlu edemeyeceği kadar hem de.
O yaşıyor.
Aynı sözler zihninde yankılanırken, yapması gerekeni hatırladı. Bunu ona borçluydu. Onca yaşadıklarından sonra eğer onu bırakıp gidiyorsa sevdiği kıza, ta en başından beri yanında olan kişiye bir ''elveda'' demek zorundaydı.
Uzanmaya çalıştı; ona son kez dokunmak, kokusunu içine çekerken kulağına fısıldamak istedi. Seni seviyorum Annabeth, Yemin ederim ki gitmeyi ben istemedim. Seni, bırakmayı asla istemedim. Ama elimde değildi işte. Bizi bir araya getiren kader, şimdi benim hikayemin sonunu yazıyor. Ve benim elimden gelen tek şeyse oturup vaktin gelişini beklemek.
Özür dilerim Annabeth.
Konuşmasına devam etmek istedi ancak şimdi zihninde duyduğu sesleri, asla onun duyamayacağını biliyordu. Gözleri açıktı ancak soğumuş ve hissizleşmiş bedeni, ona çok da uzun beklemeyeceğini haber veriyordu. Zamanı olmadığı için mi, söyleyemezsem diye korktuğu için mi belli değildi ancak konuşmaya devam etti.
Asla duymayacağını bile bile.
Sen bakma bana, ben gidiyorum diye sen de mi gideceksin? Senin daha dolduracak onlarca beyaz sayfan var. Daha Olimpos'u inşa etmedin, Romalıların kamplarını toparlamalarına yardımcı olmadın. Bir Athena melezi sözünü tutar, değil mi?
Hayat, her gün birileri için son buluyor Annabeth. Ve tanrılarım, bunu söyleyen kişinin ben olduğuma inanamıyorum. Gün gelecekti ve ben sana bir şeyler öğretmeye çalışacaktım ha? Gerçekten ölüyor olmalıyım, aksi takdirde böyle bir şey mümkün olmazdı.
Biliyor musun -bilmediğinin farkındayım ama alışkanlık olmuş, sen tabii ki her şeyi bilirsin, en azından işittiklerini- kabullenmek istemiyorum. Elbette öleceğimi düşünmüştüm ancak gerçekten öleceğimi, böyle öleceğimi hiç düşünmemiştim. Bu kadar erken olacağını tahmin edememiştim Annabeth. Eh, zaten tahmin yeteneğim eskiden de kötüydü, değil mi? Çok kötümser gelecek ama... Sanırım yaşarken demem gerekiyor eski yerine, değil mi? Dil bilgim de çok iyi değildi, onu da biliyorsun zaten.
Yıllarca bu aptal tanrıların arkasını topladım, onların yaptıkları yüzünden defalarca ölümden döndüm. En azından bir haber verebilirlerdi, değil mi? Gerçi kısmen ben de hak etmiş olabilirim. Hatırlarsan ben reddetmiştim teklifi? Zeus'un sert sesini duyabiliyorum şu an. Ölümsüzlüğü kabul etmiyorsan ölürsün, velet.
Hayatımda en korktuğum an, senin Tartarus'a düşerken ki halindi. Onca olay arasında neden bu diye soruyorsundur muhtemelen. Çünkü orada gerçekten elimi bırakabilirdin. Ve inan bana, eğer bıraksaydın asla kendimi affetmezdim. Eğer senin o cehenneme düşüşünü oradan seyretmek zorunda kalsaydım o görüntü asla gözlerimin önünden gitmezdi.
Canının yandığını biliyorum. O zaman hissettiğim korkuyu, asla senin kadar yoğun tadamayacak olsam da kabuslarımda gördüğüm acıyı biliyorum. Asla senin canını yakmak istemezdim Annabeth. Keşke elimde olsa, keşke durdurabilsem olanları.
Bana elimi bırak dediğinde, bırakmamıştım. Bencilce olacak yine ama sen de bırakma ölene kadar, olur mu? Kalbim son kez atarken, son nefesimi verirken, o sıcaklığın yanımda olmasını istiyorum. Seni Elysium'da izleme şansım olur belki ancak bir süre, her en kadar canımı yaksa da uzun olmasını umduğum bir süre, o sıcaklığını hissedemeyeceğim.
Ama sonra elimi bırak ve git, olur mu? Şimdi, gözlerine bakıyorum ve o gözyaşları inanılmaz bir yavaşlıkla yüzünü ıslatıyor. Saçların birbirine girmiş, yüzün ağlamaktan şişmiş olmasına rağmen hala çok güzelsin. Sen hayatımda gördüğüm en güzel kişisin Annabeth. Ve şunu göz ardı etmemelisin, ben Afrodit'le tanıştım. Eğer şansımız olsaydı bu sözüm için bir öpücük isterdim, haberin olsun.
Sana ağlamamanı söylemek istiyorum. Ama söyleyebilsem bile olmazdı, değil mi? Elinden onca şeyi alıp seni geride bırakıyorum zaten, bir de gözyaşlarını alamam. Buna hakkım yok. Eğer sen gitseydin ve ben geride kalsaydım inan bana, erkeklerin ağlamamasıyla ilgili laf eden melezleri zerre umursamaz, saatlerce, günlerce ağlayabilirdim. Ağlamanın sana da iyi geleceğini biliyorum. Acını almaz ama göğsündeki yükü biraz olsun hafifletir.
Şu söylediklerimi duyabilseydin muhtemelen benimle gurur duyardın. Benim Yosun Kafa'm ne de güzel konuşuyor öyle! Ama sen de hakkımı vermelisin, güzel konuştum. Üstelik daha söyleyeceklerim de bitmedi. Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki. Bıraksalar -zamanım olsa- saatlerce susmam. Bunu birkaç yürüyüş maceramızdan hatırlıyor olmalısın.
Ama vedaların en kötü yanı da bu ya, kısacık oluyorlar. Muhtemelen zaman eski hızına döndüğünde, birbirimize tek bir kelime bile söyleme şansımız olmayacak. O yüzden, hala vaktimiz varken söylüyorum. Seni seviyorum Annabeth, seni her şeyimle seviyorum Akıllı Kız. Bu dünyaya adımımı attığım ilk günden beri yanımdaydın ve bu yüzden şanslıyım. En azından Elysium'da seni beklerken bütün gün düşünüp mutlu olacağım birçok hatıram var.
Yine de... Onlar da yeterli değil, değil mi? Burada, romantik olmasını umduğum bu konuşmada bile sana bir sürü saçma sapan soru soruyorum. N'aparsın, Yosun Kafa yaşarken de öyleydi, ölürken de.
Seninle henüz Jüpiter Kampı'na taşınmamıştık oysa. Sen daha o dünyanın en güzel evini çizmeye başlamamıştın. Sahi, Olimpos'tan bile güzel olurdu. Sadece sen yaptığın için değil, aynı zamanda içinde sen olduğun için.
Aslında çok acımasız, biliyor musun? Ben seninle cehenneme bile gelmişken sen benimle cennete bile gelemiyorsun.
Ah, aptal üç moruk. Zamanı mıydı şimdi?
Özür dilerim. Belki bu dünyada yapamadık ama Elysium'da buluştuğumuzda, orada da yürüyüş yaparız, olur mu?
Yeter ki yanımda ol, Tartarus'a gitmeye razı edecek o Olimpos tarihi kitabını bile bitirmeye razıyım.
Bana geri dön, Akıllı Kız. Bencilliğim tuttu yine ama canını yaktığım için beni unutman gerekirse yine de bir parçan, küçücük bir parçan, beni unutmasın. Saçların ağardığında, ölüm seni de bulduğunda, bana geleceğini hatırla ve gülümse. Gülümse ki beni unutmadığını bileyim. Gülümse ki senin arkanda bıraktıklarının gözyaşları benimkilerden erken dinsin.
Korkma. Ben buradayım. Seni o işeyaramaz örümceklerden koruduğum gibi, ölümün acısından da korurum. Belki bedenimle yapamam ancak sana bıraktığım hatıralarım, elimden geleni yapacak.
Ve Percy Jackson yine susmayı başaramadı! Connor ve Travis'e de selam söylemeyi unutma. İkisi de şapşallık yarışında beni solda sıfır bırakıyordu ancak onları da çok sevdiğimi inkar edemem. Şimdilik... Sonsuzluğumuzda görüşürüz, Akıllı Kız. Yosun Kafa'n Elysium sahilinde soydaşlarıyla lak lak ediyor olacak.
Gelip kızmayı unutma.
Anneme onu sevdiğimi söyle. O bu acıların hiçbirini hak etmedi. O şüphesiz benim tanıdığım en güçlü insandı. Ben bu dünyanın kahramanı olmayı beceremedim ancak o benim dünyamın en büyük kahramanıydı. Beni affetmesini söyle. Bir de iyi olduğumu.
Ben gerçekten iyiyim anne. Hem Elysium'da da mavi kurabiyeler yapıyorlarmış. İyice bencilleşiyorum ama sen de yapmaya devam et. Tıpkı doğum günümde yaptıkların gibi. Merak etme, ben de orada olacağım. Ne sandın, tabii ki Elysium'daki kurabiyeler seninkilerle yarışamaz. Sen Sally Jackson'sın, benim annemsin. Tabii ki senin eşin ve benzerin yok.
Özür dilerim anne. Paul'a sana iyi bakmasını söyle. Yoksa gece rüyalarına girerim, hem eve girip kurabiyeleri kaçırmak için de bahanem olmuş olur.
Hey, Kıvırcık, seni unuttuğumu sandın, değil mi? Ama asıl unutan sensin. Aramızda, seneler evvel kurulan bir bağ var ve söz ettiğim empati bağı değil. Sen, her zaman benim en yakın arkadaşım olacaksın. Üzerinden ne kadar yıl ve olay geçerse geçsin. Ve eğer bir dilek hakkım olursa ölmemeni dileyeceğim. Eğer benim yüzümden ölürsen ve Elysium'a gelirsen seni asla affetmem. Eskiden de peşimden ayrılmazdın, bir rahat vermezdin.
Git hayatını yaşa, bırak da biraz kafamı dinleyeyim. Kheiron'a birazdan haberi verirsin. Hissediyorsun, değil mi? Son satırlardayım. Ama şuna da sevinebiliriz. Artık başımı belaya sokacak bir maceranın olmayacağından eminim.
Herkese onları sevdiğimi, üzgün olduğumu söyle. Bayan O'leary ve Karakorsan size emanet. Tyson'ı arada kontrol etmeye git, olur mu? Yalnız başına kalmasını istemiyorum. O şimdi çok üzülür, en azından sen yanında olursan biraz olsun mutlu olur.
Kimse duymuyor sözlerimi ama olsun, elimde bir veda şansı var işte. Beynim yosunlarla dolu olsa da en azından boş değil. Bunu boşa harcayacak değilim.
Elveda Dünya. Elveda gökyüzü, yıldızlar. Belki orada Bob'ı görürüm. Annabeth ikimiz içinde size selam söyler, merak etmeyin.
Hey, melezler, kendinizine iyi bakın, ben burada sizi bekliyor olacağım. Güzel savaşın, sakın o aptal canavarlara yenileyim demeyin. Hala vaktiniz varken hayatınızı yaşayın.
Benim için şimdi gitme vakti. Nereye diye sormayın, ben de emin değilim. Tek bildiğim, ölüyorum ve kendimle beraber birçok kişiyi de öldürüyorum...
Ama ben iyi olacağım. Siz de iyi olun, olur mu?
Bu arada, Annabeth, bana daha sonra söyleyeceğin bir sözü duydum az önce. Ölü olmanın da yararları varmış demek ki. 
Kusura bakma. Demek ki her kahraman sonsuza kadar yaşamıyormuş.
Gözleri tamamen kapanmadan önce, sevdiği kızın yüzünü zihnine kazıdı. O uyuşmuş yüz kaslarını nasıl hareket ettirdi bilmiyordu ancak dudaklarının kıvrıldığını, gülümsediğini hissetti. Her şey tamamen silinip yerini bir karanlığa bırakmadan önce, Annabeth'in ona sarıldığını ve bir şeyler fısıldadığını duydu.
''Birlikte olacağız.'' dedi Athena kızı. ''Ayrılmayacağız.''
Evet, diye cevapladı Percy. Yine birlikte olacağız.
Daha sonra her yer karardı ve Percy, mümkünmüş gibi o havanın dudaklarından son kez çıkışını, kalp atışlarının duruşunu hissedebildi. Onca şeyden sonra, ölüm yine kuralını bozmamıştı. Her zamanki gibi zamansız ve acımasızdı. Bir süre, sadece karanlığı izledi. Gözlerinde boncuklar bile oluşmuyordu. Hiçbir ses, hiçbir koku yoktu.
Sonra o karanlığın içinden, tanıdık, esmer bir adam çıkageldi. Adamın su yeşili gözleri, her zamankinden de ışıltılıydı. Adam dizlerinin üstüne çöküp onun yanına geldiğinde, Percy ona doğru elini uzattı. Elinin hareket ettiğini gördüğü şaşkınlığını gizleyemedi.
''Sakin ol.'' Babasının sesi telkin ediciydi. Adam ona doğru huzur verici bir şekilde gülümsediğinde gözlerinin kenarı kırıştı. ''Sakin ol, Perseus. Her şey bitti. Artık güvendesin.''
İtiraz etmek, geri dönmek için bir yol aramak istedi ancak her şeyin çoktan bittiğini biliyordu. Artık her şey için çok geçti. O çoktan ölmüştü.
Yaşlı adamın sıcak kollarını onun bedenini sarıp bir eli saçlarını okşarken, adam gülümsemeye devam ediyordu. Percy onun gülümsemesine karşılık verdi. Yine şanslı sayılırdı. Onca zaman göremediği babası, en ihtiyaç duyduğu zaman yanındaydı.
Zordu, tehlikeliydi ancak yine de Percy yaşadığı hayattan pişman değildi; o kadar mutlu anları olmuş, o kadar güzel insanlar tanıma fırsatı bulmuştu ki yaşadığı hiçbir zorluk artık umurunda değildi. Birçok kişinin sahip olamayacağı bir sevgiye sahipti o.
Yaşadığı on yedi yılın, her saniyesine değerdi. 


Share:
Read More
, , , , ,

Bozulan Kural


Bozulan Kural Yazar: elizabethrank

ÖZET: ''Kuralı bozdun.'' diye mırıldandı Annabeth kendi kendine.''Kahramanlar bu kadar erken ölmez, Percy. Onlar uzun yıllar yaşarlar, sonra da yaşlanıp öldüklerinde tanrılar tarafından ödüllendirilirlerdi...'

Percabeth

KATEGORI: Hayran Kurgu > Kitap > Percy Jackson & Olimposlular
KARAKTERLER: Annabeth Chase, Percy Jackson
TÜR: Dram
UYARILAR: Dark
BÖLÜM: 1 | BITMIŞ: Evet | SÖZCÜK: 3126 | OKUNMA: 1116
YAYINLANMA: 31.07.14 | GÜNCELLEME: 31.07.14



-


Genç kız hareket etmiyordu. Sarı saçları önüne dökülmüş, yüzünü kapatmıştı. Bedeni bembeyaz gözüküyordu, yüzü gözyaşlarından ıslaktı, gözleriyse kapalıydı. Ellerinde kurumuş kan vardı. 
Öylece oturmuştu. Ölü gibi gözüküyordu. Fakat önündeki çocuk ondan da kötüydü. Çocuğun yüzü bembeyazdı, dudakları hafif aralık kalmıştı, gözleri sımsıkı kapalıydı. Turuncu tişörtü kan içindeydi. Kızın elindeki kan da çocuğa ait olmalıydı.
Kız yavaşça gözlerini açtı. Kanlanmış gri gözleri, ay ışığında hem tehditkar, hem de korkunç gözüküyordu. Göz altları ağlamaktan şişmişti. 
Yavaşça uzanıp elini tuttu çocuğun. Nefes alış verişleri boş odada yankı yapıyordu. Kız yine aynı yavaşlıkla çocuğun yanına kıvrılıp başını boynuna yasladı. Elini kanı zerre umursamayarak belinden sardı. 
''Birlikte olacağız.'' dedi kız çocuğa daha da sıkı sarılarak.''Ayrılmayacağız.''
Ve gri gözlerini kapattı. Yanındaki çocuk kıpırdamamıştı bile. Kız ölü gibi gözüküyordu, fakat asıl ölü olan o çocuktu. Siyah saçlı, turuncu tişörtlü çocuk...
Kızın nefes alış verişleri düzene girdi. Ve beş genç odadan içeri girene kadar ikisi de bir daha hareket etmedi.

Yine aynı genç kız, yanındaki iki arkadaşıyla taksideydi bu sefer. Sarı kıvırcık saçlarını sıkıca ensesinde bağlamıştı. Fakat inatçı birkaç bukle lastikten kurtulmuş, alnının kenarından sarkıyordu. Gri gözleri taksinin camına vuran yağmur damlalarını seyrediyordu. Üstünde turuncu bir tişört vardı, altındaysa bir kot pantolon.
Kızın yüzü bu sefer çok daha kötüydü. Gözlerinin altı koyu halkalarla çevrilmişti, gri gözlerindeki kan daha da kötüleşmiş, dudakları açık mor rengine dönmüştü.
Onu gören kimse iyi olduğunu söyleyemezdi. Kız her an düşüp bayılacakmış gibi gözüküyordu. Fakat bu kızın pek umurunda değildi.
Haklıydı, o çocuk ölürken, kız da ölmüştü sanki. Onun kalbi durduğunda kızın da kalbi durmuş, bedenine kan pompalamayı unutmuştu.
''Annabeth.'' dedi hemen yanında oturan esmer kız. Kızın kat kat kesilmiş kahverengi saçlarını minik örükler süslüyordu. Yüzünde acı bir ifade vardı. Onun da üstünde turuncu renkli bir tişört vardı, tıpkı adı Annabeth olan kızın ve ölen çocuğun üstündeki gibi.
''Hanımefendi,'' diye sözünü kesti taksinin şoförü.''Geldik. Nerede durmamı istersiniz?''
''Kapıların orada durun.'' dedi esmer kız. Adam tamam anlamıyla başını sallarken kız tekrardan Annabeth'e döndü.''Gelmek istediğine emin misin?''
''Sizinle beraber geleceğim, Piper.'' dedi Annabeth.''Orada olacağım.''
''Pekala,'' dedi Piper mırıldanırcasına. Üzerine gitmek yerine sessizce başını yere eğdi. Sarışın kızın ne onu, ne de başkasını düşünecek hali yoktu.
''Empire States'in önüne geldik.'' dedi şoför. Piper tamam anlamıyla başını sallarken adama para uzattı.
''Tristan McLean'a selamlarımı iletin lütfen.'' dedi şoför.''Sizinle tanışmak da büyük bir şerefti.'' 
Kız teşekkür ettiği sırada Annabeth kapıyı açıp kendini dışarı attı. Yağmur hızla üstüne boşanırken bundan pek etkilenmeden etrafına baktı.
''Percy,'' diye mırıldandı kendi kendine. Gri gözleri yaşlarla dolmuştu fakat ağlıyor muydu, yoksa yağmurdan mı anlaşılmıyordu. 
''Acele edelim.'' dedi Piper'ın yanında oturan, kıvırcık saçlı, kısa çocuk.''Yağmur çok hızlı yağıyor.'' 
''Leo,'' dedi Piper.''Diğerleri Melez Kampı'na varmış mıdır?'' 
Leo evet anlamıyla başını salladı.''Çoktan. Biz de buradan oraya cena...oraya gideriz yani.''
Melez Kampı, diye düşündü Annabeth o anda. Gri gözlerini daha büyük bir keder kaplarken bakışlarını Empire States binasına çevirdi. Burada o kadar anıları vardı ki...
''İçeri geçelim.'' dedi Piper temkinli bir sesle, ardından Annabeth'i yavaşça belinden itti. Annabeth istemeye istemeye binanın içine girdiğinde bu sefer onu başka anılar bekliyordu.
Annabeth ve Percy buradan yukarı çıkmıştı. Burada Olimpos'u savunmuşlardı. Her şeyi birlikte yapmışlardı.
Şimdi...
''Ne yapmamız gerekiyor?'' dedi Leo şaşkın bir sesle.''Annabeth?''
Annabeth mekanik bir hareketle başını yanda, görevli sandalyesinde oturan adama çevirdi. Adam yavaşça başını kaldırdığında kızın gözlerine baktı. 
''Altıyüzüncü kat.'' dedi Annabeth soğuk bir sesle.''Olimpos'a çıkacağız.'' 
Adam önce onları baştan aşağı süzdü. Ardından hiçbir şey söylemeden onlara bir anahtar kartını uzattı. Normalde o görevli bir şeyler gevelemeden duramazdı. Ama o da fark etmiş olmalıydı kızın vahim halini.
Annabeth, her zaman yaptığı şeymiş gibi asansöre binip kartı görevli bölmesine yerleştirirken arkadaşları şaşkınlıkla onu seyrediyordu. Annabeth hiçbir şey söylemedi.
Ama asansörde bir şarkı çalmaya başladığında Annabeth ne yapacağını şaşırdı. Bu şarkıyı çok net hatırlıyordu. Olimpos Titanların kuşatmasına uğradığı sırada, o, Percy, Thalia ve Kıvırcık yukarı çıkarken çalan müzikti bu.
Nasıl unutabilirdi ki?
Asansörler açıldığında Annabeth'in gözleri dolmuştu. Athena ona ağladığı için kızacak mıydı? Umurunda değildi. Ares onunla dalga mı geçecekti? Afrodit sinir krizleri mi geçirecekti?
''Buradan düşer miyiz?'' diye sordu Leo korkuyla. Piper onun koluna vurduğunda bunu sormaması gerektiğini fark edip sustu. Annabeth diğerlerinde yaptığı gibi bunda da hiç düşünmeden yürüyüp karşıya geçti. 
Arkadaşları da yanına geldiğinde, Olimpos'un görkemli sarayı karşılarında duruyordu. Annabeth birkaç saniye etrafına baktı. 
Burası, Percy olmadan ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Hiçbir şey güzel gelmiyordu. Ağır adımlarla devasa kapıdan içeri girdi.
On iki Olimpos tanrısı, birbirinden farklı tahtlarında, altı metrelik görkemli halleriyle oturmuş, onların gelmelerini bekliyordu.
Annabeth'in gözleri kendine gelmiş gibi gözüken Athena'ya takıldı fakat anında bakışlarını başka yöne çevirdi. 
Annabeth Percy'nin onun her şeyi olduğunu söylemişti. Athena'ysa bunu umursamamıştı bile. Annabeth artık bundan emindi.
Annabeth ağır adımlarla Zeus'un tahtının önüne geldi ve başını eğip onu selamladı.''Tanrı Zeus, bizi evinize kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.'' 
''Ayağa kalkabilirsin, Athena kızı.'' dedi Zeus soğuk bir sesle. Annabeth başını kaldırırken bakışları Poseidon'a kaydı. Annabeth Poseidon'un ne kadar da yaşlı gözüktüğünü fark etti. Tıpkı savaştan sonraki hali gibi gözüküyordu. 
Yeşil gözleri, diye düşündü Annabeth istemsizce. Tıpkı Percy'ninkiler gibi.
Geri çekilip arkadaşlarının yanında dururken herkesin gözü onların üstündeydi. Annabeth ilk konuşan olmayacaktı. Böyle bir şey olmayacaktı.
''Büyük bir iş başardınız.'' dedi, iri yarı bir adam olan Hephaistos.''Hepiniz ödüllendirilmeyi fazlasıyla hak ediyor.''
Annabeth istemsizce güldü. Ödüllendirilmek mi? Annabeth'in ödülü hayatının aşkını kaybetmek miydi yani?
''Kocama katılıyorum.'' dedi Afrodit Piper'ı süzerken. Daha sonra bakışları Annabeth'e kaydı. Yüzünde bir acı vardı. Hafifçe dudağını büktü fakat bir şey söylemedi. Bakışlarını tekrardan Piper'a çevirip hafifçe gülümsedi.''Hepsi büyük ödüller hak ediyor.''
''Annabeth Chase.'' Annabeth annesinin sesini duyduğunda gri gözlerini ona çevirdi.''Öne çık kızım.'' 
Annabeth ağır adımlarla öne çıktı. Athena Annabeth'i baştan aşağı süzdükten sonra konuşmaya başladı.''Sen, iki bin yıldır gelmiş geçmiş en güçlü Athena melezisin. İşaretimi takip edip Parthenos'u kurtardın. Ödüllerin en büyüğünü alabilirsin.'' 
Annabeth'in içinden kahkaha atarak gülmek geliyordu. Bir hafta onsuzluğa dayanamazken, sonsuza kadar dayanmasını istiyorlardı. Annabeth başını iki yana salladı.''Ne demek istediğinizi biliyorum, fakat istemiyorum. Bunu benim yerime diğer arkadaşlarıma teklif edebilirsiniz.''
Zeus'un birazcık homurdanması dışında kimse bir şey söylemedi. Athena derin bir nefes aldı.''İyice düşün, kızım. Sonsuzluğa sahip olabilirsin. Aşk gelip geçici bir şeydir.''
Annabeth güldü. Athena onu parçalayacak mıydı? Parçalasın, umurunda değildi. İşin ucunda Percy'yi görmek vardı. Ona sonsuzluktan çok daha büyük bir ödül olurdu.
''Hiçbir zaman beni anlamadın anne.'' dedi Athena.''Sen, Olimpos'un en aklı başındaki tanrıçasıydın. Onun benim her şeyim olduğunu biliyordun. Hiçbir şey yapmadın. Hiçbir şey.'' 
''Benim suçum değildi.'' dedi Athena.''Onu ben öldürmedim.''
Annabeth dişlerini sıktı.''Athena'nın İşareti uğruna Tartarus'a düştük. O olmasaydı oradan sağ çıkacağımı mı sanıyordun? Tek başıma. Orada hayatta kaldıysam, bu Percy sayesindeydi.''
Athena konuşmadı. Annabeth buna sevinerek geri çekildi ve arkadaşlarını hafifçe öne itti.''Siz devam edin lütfen. Benim cevabım değişmeyecek.''
''Annabeth.''
Annabeth ilk önce yanlış duyduğunu sandı, hatta Poseidon'un seslenmiş olabileceğini düşündü. Fakat önünde ağzını bile hareket ettirmeden duran Poseidon'un konuşmadığı belliydi.
Bu oydu. Deniz yeşili gözleri heyecanla parıldayan, turuncu tişörtlü, Annabeth'in Yosun Kafa'sı Percy Jackson...
''Percy...'' dedi Annabeth ona doğru koşarken. Ona sarılmak için kollarını açmıştı fakat eli içinden geçip gitti. Percy orada değildi.
Percy'nin hayaletiydi orada olan. 
Annabeth ağlamaya başladı. Umurunda değildi. Daha fazlasına dayanamazdı. Olmazdı. 
''Şşt,'' dedi Percy sakin bir sesle.''Buradayım, Annabeth. Yanındayım.''
''Kanlar içindeydin Percy.'' dedi fısıldarcasına.''Bembeyazdı bedenin. Nefes almıyordun. Se-sen...''
''Özür dilerim.'' dedi Percy.''Seni bırakmak zorunda olduğum için özür dilerim.'' 
Annabeth nefes almaya çalıştı. Ama onun nefesi Percy'ydi, onu hayata bağlayan nokta oydu. Şimdi nasıl yaşayabilir, nasıl nefes alabilirdi ki?
''Kabul et.'' dedi Percy.''Reddetme bu teklifi.''
Annabeth acı acı güldü.''Kabul edeyim de sonsuza kadar bunun acısını mı çekeyim? Sonsuza kadar senden uzak mı kalayım?'' 
''Seni seviyorum.'' dedi Percy.''Seni her şeyden çok seviyorum. Ve benim için bunu reddetmeni, benim için hayatından vazgeçmeni kabul edemem.''
''Sen de reddetmiştin.'' 
''Seni bırakmak demek oluyordu. Ben... ben zaten gittim Annabeth. Seni sonsuza kadar beklerim, ama mutlu olduğunu görmek...''
Annabeth başını iki yana salladı.''Böyle bir şey olmayacak. Beni ikna etmeye çalışma, boşuna uğraşırsın. Seni orada bırakamam.''
Percy elini Annabeth'in yanağına uzattı fakat bir sisten ibaretti. Yavaşça güldü.''Anneme üzgün olduğumu söyleyebilir misin? Ve de onu ne kadar sevdiğimi?'' 
Annabeth hıçkırıklarının arasında başını salladı. Percy'yi gördüğüne seviniyordu fakat onu hayalet olarak görmek ona o kadar acı veriyordu ki sevincini hissedemiyordu bile.
''Madem kabul etmeyeceksin,'' dedi Percy sakin bir sesle.''Seni Elysium'da bekleyeceğimi unutma o zaman. Burada çok güzel sıcak çikolata yapıyorlar, biliyor musun? Hem sahili de çok hoş.''
Annabeth güldü fakat bunları gerçek hayatlarında yapamayacakları düşüncesi onu paramparça ediyordu. Asla Jüpiter Kampı'na gidip el ele yürümeyecekler, üniversiteye gidemeyecekler, evlenip beraber bir yuva kuramayacaklardı.
''Seni hep seveceğimi bilmen benim için yeter.'' dedi Percy gülümseyerek.''Hem sen gelene kadar Elysium'un keyfini çıkarıyorum. Sonra sabahları kalkmıyorum diye kızıyorsun bana.''
Annabeth güldü.''Çok uzun sürmeyecek.''
Percy'nin gülümsemesi yüzünde dondu.''Sürecek. Sen hayatının en güzel anlarını yaşayacaksın, ben de seni izleyeceğim. Gülümsediğini, mutlu olduğunu... Anlıyor musun? Senin mutsuz olduğunu görmeye dayanamam.''
''Sensiz mutlu olamam.'' dedi Annabeth.''Bu mümkün değil.''
''Artık gitmeli.'' dedi Poseidon.''Percy, çok büyük bir iş başardın. Keşke ölmeseydin, keşke sana o teklifi tekrardan yapabilseydim oğlum. Sen gerçekten de benim en sevdiğim oğlumsun. U-unutma bunu.''
Percy hafifçe gülümsedi.''Teşekkürler baba.''
''Benim için Luke'a selam söyler misin?'' dedi Hermes rahat bir şekilde.''Bir süre daha oralarda olacaktı.''
Percy güldü.''Evet, gördüm. Bana hala öğretecek numaraları olduğunu söyledi.''
Percy Annabeth'e gülümsedi.''Eğer ölmeseydim... senin yaptığın bir evde, Jüpiter Kampı'nda yaşayacağımızı hayal etmiştim. Gerçek olmadı ama... Sanırım burada da bunu yapabiliriz. Seni bekliyor olacağım, bunu unutma.''
''Percy...'' dedi Annabeth boğuk bir sesle.''Lütfen-''
''Seni seviyorum. Seni seviyorum, Akıllı kız. Seni hiç bırakmak istemedim fakat buna mecburum. Özür dilerim.''
Percy ortadan yok olurken Annabeth daha fazla dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Piper gelip ona sarıldığında yere çöktü. Dakikalar sonra dayanamayara taht odasından dışarı fırladı.

Annabeth, Poseidon kulübesindeki tuzlu su kokusunu hep sevdiğini düşünürdü. Ona Percy'nin kokusunu hatırlatırdı. Annabeth Percy'nin yokluğunda hep Poseidon kulübesine gider, vaktini orada geçirirdi.
Kulübedeki ranzalara, sonra da köşeye asılmış kefene baktı. Kefen Athena ve Hermes kulübesi başta olmak üzere kamptaki her kulübenin yardımıyla yapılmıştı. Ares kulübesindekiler bile köşesine minik bir domuz arması eklemeyi ihmal etmemişti.
Annabeth kefenin yumuşak yüzeyine dokunurken işlenen şekillere dikkat etti. Bunlar Percy'nin maceralarını anlatıyordu; Şimşeği kurtarışını, avcılarla maceralarını, kılıç dövüşlerini, Olimpos'u savunuşlarını...
En köşede bir sualtı öpüşmesi işlenmişti. Bunu Afrodit kulübesindekiler yapmıştı. Clarisse de yardım etmişti ve bunu yaparken hiç homurdanmamıştı. 
Percy kampın, dünyanın, Olimpos'un kahramanıydı. 
''Kuralı bozdun.'' diye mırıldandı Annabeth kendi kendine.''Kahramanlar bu kadar erken ölmez, Percy. Onlar uzun yıllar yaşarlar, sonra da yaşlanıp öldüklerinde tanrılar tarafından ödüllendirilirlerdi...''
O sırada birisi kulübeden içeri girdi. Annabeth başını kaldırdığında bunun satir arkadaşları Kıvırcık olduğunu fark etti. Kıvırcık'ın yüzü ağlamaktan şişmişti, yine de güçlü duruyordu. Annabeth onu gördüğünde yerinden hızla kalkıp ona sarıldı. 
''Ah, tanrılarım,'' diye mırıldandı Kıvırcık.''A-annabeth... Za-zamanı geldi. Kefeni gö-götürmemiz gerek.'' 
Annabeth geri çekilirken tamam anlamıyla başını salladı ve kefeni zarifçe eline aldı. Kıvırcık koluyla gözlerini silerken kenara kaydı. Annabeth omuzlarını dikleştirip hızlı adımlarla kulübeden dışarı çıktı ve yürümeye başladı. Kısa süre sonra kamp ateşi etrafına toplanmış melezler, avcılar ve nimfalar göründü. Hepsinin gözleri Annabeth'teydi.
Annabeth Argus'un bile ağladığını görünce ağlamaması gerektiğini hatırlattı kendine. Şu anda yıkılmadıysalar bunun sebebi Annabeth'i ağlatmamaktı. 
Annabeth ortaya geldiğinde köşede bekleyen avcı grubunu, bir köşede ağlayan Nico Di Angelo'yu, Kıvırcık'ın kız arkadaşı Ardıç'ı gördü. Connor ve Travis bile şaka yapmıyordu. Kahinleri Rachel elindeki mavi saç fırçasını sımsıkı tutmuş, ağlıyordu. Bir anda Annabeth'in aklına yaşadıkları onlarca şey geldi.
Ama onu asıl yıkan Kheiron oldu. Kheiron üç bin yaşında olmasına rağmen bugün olduğu kadar hiçbir zaman yaşlı gözükmemişti. Göz altları şişmiş, yüzü kaskatı kesilmişti. 
Annabeth ağlamaya başladı. Percy ne derse desin, onsuz yaşayamazdı. Bunca insan onun gidişini kabullenemezken Annabeth nasıl kabullenebilirdi ki?
Annabeth kefeni Kheiron'a uzattı. Kheiron Kefen'i ateşin üstüne koydu. Kamp ateşinin rengi maviydi. 
Annabeth gülümsedi. Göz yaşları yüzünü ıslatırken esen rüzgar yüzünden ürperdi. Kheiron geri çekilip etrafındakilere baktı.
''Yunanlılar, Romalılar, avcılar, nimfalar, satirler,'' dedi Kheiron titrek bir sesle. Annabeth daha sonra Hazel, Frank ve Reyna'nın da orada olduğunu fark etti. Onlar da gelmişti.
''Bu akşam burada Poseidon'un oğlu, Percy Jackson'ı kadere yolcu etmek için toplandık.'' diye devam etti Kheiron.''O, şüphesiz yetiştirdiğim en iyi melezlerden biriydi. Gelmiş geçmiş en büyük kahramanlardan biriydi. Ölümü hepimizi derinden üzdü. Ruhu Elysium'da huzur bulsun.''
''O, senin yetiştirdiğin en büyük kahramandı, Kheiron.'' dedi Annabeth buruk bir gülümsemeyle. Sonra aklına Yunan sütunlarının yanında duran Herkül geldi.''Herkül yanında halt yemiş.''
Kheiron hafifçe gülümserken elini ateşe çevirdi. Ateş bir anda kefeni sararken Annabeth kendi yanıyormuş gibi hissediyordu. Sanki yaşadıkları her şey yok oluyordu bir anda. 
Kheiron'a sımsıkı sarıldı. Kheiron da ellerini kızın boynuna sardı ve sessizce kefenin yanışını izlediler. Dakikalar sonra kefen tamamiyle yandı ve kamptakiler dağıldı. Orada sadece Annabeth, Kıvırcık ve Thalia kalmıştı. Kheiron bir işi olduğunu söyleyip oradan ayrıldığında Annabeth onun herkesin önünde ağlamak istemediğini, bu yüzden gittiğini biliyordu. 
Thalia kollarını Annabeth' sararken elektrik mavisi gözlerini kefenden geriye kalan demir askılığa dikti. O da ağlamıştı. Kalın göz kalemi yüzünü siyaha boyamıştı.
''Onsuz ne yapacağım ben?'' dedi Annabeth titrek bir sesle.
''Devam etmek zorundayız, Annabeth.'' dedi Thalia.''Percy de böyle olmasını isterdi. Senin mutlu olmanı görmek isterdi.
Annabeth'in bakışları donuklaştı. Artık Annabeth ne hissettiğini anlayamıyordu. Hem ağlıyor, hem gülüyordu. 
Tek hissettiği... boşluktu. Hiçbir şeydi.
Thalia ve Percy gerçekten de birbirine çok benziyordu.
''Avcıların yanına dönmem gerek.'' dedi Thalia.
''Ben biraz daha burada kalacağım.'' dedi Annabeth. ''Daha sonra gelirim.''
''Demek bu Perry Johnson'ın cenazesiydi. Ah, ama kaçırmışım sanırım.'' Annabeth arkasında duyduğu sesle başını kaldırıp şarap tanrısına baktı. Şarap tanrısının üstünde yine o hawai gömleği ve kaprisi vardı. Gözlerindeki şeytani mor parıltı gücünü hiç kaybetmiyordu.
''Melezleri sevmediğimi bilirsin.'' dedi Annabeth'e bakarak.''Yine de... bu çocukta bir ışık vardı. Ölmeyip tanrı olsa işime yarayabilirdi. Şu şarap işleri çok karışık bu sıralar. Hem reşit sayılacağı için şarap da içirebilirdim, değil mi Annie Bell?''
''Adı Percy Jackson'dı.'' dedi Annabeth.''Benim de adım da Annabeth, Annie Bell değil.'' 
Dionysos güldü.''Öyle olsun bakalım. Hey, sen.'' Eliyle Kıvırcık'ı işaret ettiğinde Kıvırcık korkuyla bakışlarını tanrıya çevirdi.''Bu kızı biraz yalnız bıraksak iyi olacak. ''
Ardından Kıvırcık'ı çekiştirerek oradan uzaklaştırdı. Annabeth kamp ateşinin başında tek başına kaldı. 
Elleriyle gözlerini silip burnunu çekti. Yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.''Ben de seni seviyorum, Yosun Kafa. Mutlu olacağım, söz veriyorum. Ama yine de rahata çok alışma, ben yanına geldiğimde bana verdiğin sözleri tutman gerekiyor. Umarım Elysium tarlaları Tartarus'tan daha güzeldir. Yoksa yürüyüş yapmam, haberin olsun...''

Share:
Read More