Hoş geldiniz!

Bir kalbi sevindirmek, bu dünyaya bırakabilecek en güzel hediyedir.

18 Kasım 2016 Cuma

, ,

Temas


ÖZET: Percy'nin hareketleri Annabeth'i korkutuyor. Yoksa Yosun Kafa artık bir Romalı mı? Asla.
Percy hayatında olmadığı kadar çaresiz. Peki gerçekten onu koruyabilecek mi? 
(YARIM KALMIŞ HİKAYE)
---   
Yazım Tarihi: 28.07.2013
---
  Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Az önce Percy'i bulmuştum, ama o farklı davranıyordu. Bu da benim iyice korkmama sebep oluyordu. Farkında olmadan ellerim titriyordu ve soğuk soğuk terliyordum. Percy beni görmesine rağmen hiçbir şey yapmamıştı. Nasıl bu kadar duyarsız olabiliyordu? Aman tanrılarım! Sanki nefes alamıyordum. Masadan kalktım. Herkes bana bakıyordu.
''Şey, biraz hava alabilir miyim acaba?'' Reyna yüzüme baktı. Anlamış olmalıydı. Percy de ayağa kalkmıştı.
''Ben de onunla gideyim, siz devam edin.'' Percy'i beklemeden kendimi dışarı attım. Her yer Romalı melezlerle doluydu. Neden ağlamak için ya da nefes almak için en ufak bir yer yoktu. Koşmaya başladım. Nereye gidiyordum? Bu koca yerde kaybolsam beni kimse bulamazdı. Etrafıma iyice baktm. Tapınakların olduğu yer. Gidip boş bir tapınağın arkasına oturdum. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Neden? Korktuğum başıma gelmişti. Percy artık bir Romalı gibiydi. Eskisi gibi değildi. Hayır, belki de beni sevmiyordu? Hayatımda ilk defa kötü düşünmek için kendime izin veriyordum. Hançerimi çıkardım. Galiba ilk defa kendime zarar vermeyi bu kadar çok istiyordum. Neler oluyordu bana? Tam hançerimi çıkarmışken bir el hançerimi aldı. Başımı kaldırıp elin sahibine baktım. Bu oydu. Bana kaşlarını çatarak bakıyordu. Bu hali benim iyice kötü olmama sebep olmuştu. O böyle değildi, o Yosun Kafa'ydı. Hayır, böyle davranamazdı!
Percy geçip yanıma oturdu. 
''Ne yapıyorsun sen Annabeth?'' dedi sakince. İçimden yeter artık demek istiyordum. Fakat konuşamıyordum.
''Annabeth, o hançerle ne yapacaktın sen?!'' dedi sert bir sesle. Hayatımda ilk defa onu bu kadar sert görmüştüm. Ağlamayı kesip gözlerimi sildim.
''Bu sizi ilgilendirmez Percy Jackson.'' diye cevapladım. Percy ayağa kalkıp bana baktı. Kollarımdan tutup beni de ayağa kaldırdı. Kendimi geriye çekmeye çalıştım fakat öyle sıkıca tutuyordu ki.
''Annabeth, o hançerle ne yapacaktın sen?!'' dedi tekrar yüksek sesle. Gözlerimi Percy'e diktim.
''Canım yanıyordu, anlıyor musun? Sen sen gibi davranmadığın için. Dikkatim dağılsın istedim, belki farklı bir şeye odaklanırım sakinleşirim diye. Orada gözümün önünde otururken, Yosun Kafa gibi davranmadığında ne halde olduğumu görmedin mi?'' Percy bana sımsıkı sarıldı.
''Özür dilerim Annabeth, b-ben sadece...''
''En büyük korkum bir Romalı olmandı. Ve ve sen de öyle davranınca...'' 
Percy beni öpmeye başladı. Beni öperken hem ağlıyordum, hem de bu anın rüya olmasından korkuyordum. Zaten bir an kendimi kaybetmiştim ve elime hançerimi almıştım. Neler yapmıştım ben? Ya Percy gelmeseydi ve ben o hançeri kullansaydım? Nereye kadar devam edecekti ki kendimi yaralamam? Aman tanrılarım! 
''Lütfen beni bırakma.'' dedim kafamı çektiğimde. Percy başını başıma dayadı.
''Seni asla bırakmayacağım Annabeth.'' Tekrar yere oturduğumuzda başımı Percy'nin omzuna yasladım.
''Ee, ben yokken kamp nasıldı?'' diye sordu Percy. 
''Ben de bilmiyorum.''
''Ne?'' dedi Percy şaşkınlıkla. Güldüm.
''Seni aramaktan kampta kalmaya vakit bulamadık da Yosun Kafa, pardon.'' Percy sırıttı.
''Demek o kadar seviliyordum ha?'' Percy'nin kafasına bir şaplak attım.
''Sakın şımarayım deme Yosun Kafa.'' Percy sırıttı.
''Az önce çok mu ciddi konuştum ben?''diye sordu Percy şaşkınlıkla.
''Seni tanıdığımdan beri en ciddi konuşmandı diyebilirim. Herneyse şimdi gitmeliyiz, yoksa Romalılar bizi...'' Percy ayağa kalkarken kolunun altındaki dövmeyi gördüm. Bu Jason'un dövmesindendi. Ne yani? Lejyona mı katılmıştı?
Kaşlarımı çatarken hızla kolunu alıp çevirdim. Hayır, bunu yapmış olamazdı. Sinirle Percy'nin kolunu bıraktım.
''Sen lejyona mı katıldın?!'' dedim öfkeyle.
''Şey...''
''Kapa çeneni Yosun Kafa! Boşuna korkmuyormuşum ya. Sen zaten Romalı olmuşsun.''
''Saçmalama Annabeth. Ben bir...''
''Seninle tartışmak istemiyorum Percy. Hadi bizi bekliyorlar.''
''Niye iki dakikadan fazla kavga etmeden duramıyoruz ki?'' Yine Percy'i beklemeden tepeden aşağı inmeye başladım. Biz gelmeden hepsi ayaklanıp dışarı çıkmışlardı.
''Beklettiğimiz için özür dileriz.'' dedim sakince. Reyna gözlerime baktı. 
''Önemli değil. Size kampta kalacak yer ayarlayalım. Senato bugün toplansa bile bugün yolculuğa çıkmanıza izin veremeyiz. '' dedi Reyna. Tamam der gibi başımı salladım. Bizimkilere baktığımda kötü gözükmüyorlardı- Piper hariç. Piper sanki aci çekiyormuş gibi bir yüz ifadesiyle bize bakıyordu. Tam ne oldu diye soracakken büyük bir patlama sesi geldi. Hepimiz yere yattık. Reyna herkesten önce ayağa kalktı.
''Saldırıya uğradık! Lejyon ! Hemen silah kuşan!'' diye emretti Reyna. Bir anda askerler koşuşturmaya başladı. Percy Dalgakıran'ı çekerken cebindeki hançerimi aldım. Reyna ve Jason da silahlarını çekmişlerdi. Hemen saldırıya geçtiler. Biz de arkalarından onlara katıldık.
Bu korkunç bir sahneydi. Onlarca dev, hiperborealı ,drakon ve dahası. Hepsi üstümüze doğru geliyordu. Lanet olsun ki Yankees kepimi artık işe yaramıyordu. Arkamı döndüm.
''Leo! 2.Argo'dan destek yapabilir miyiz?''
''Bilmiyorum! Şehre zarar veririz.'' Grup halinde gelen Romalıları görünce durdum.
''Boşver gitsin.'' İçimde kötü bir his vardı. Bunun Percy'nin Romalı olmasından olan korkum zannetmiştim ama yanılmışım. Bu kötü his hala içimi kemiriyordu. Hançerimle bir drakona saldırdım. Drakon hançerimi yediği anda toza dönüştü. Percy'e baktım. O da bir hiperborealı'yla uğraşıyordu. Herkes elinden geldiğince saldırıyordu. Leo ateş oluşturararak üç hiperboyalının etrafını sarmıştı. Piper hançeriyle bir drakonu toza dönüştürürken iki devin altında ezilmekten son anda kurtulmuştu.
Koşarak Percy'nin yanına gittim. Percy hiperborealıyı öldürdükten sonra bir devle uğraşıyordu. Devin bacağının altından geçip dizine hançerimi defalarca sapladım. Ardından Percy'i de çekerek köşeye çekildim. Dev dizinin acısıyla yere devrildi. Üstüne çıkıp kafasının oraya kadar gittim. Kafasına hançerimi sapladım. Acıyla bağıran dev toza dönüştü.
Percy ''Teşekkürler.'' diye bağırırken bir yandan da Dalgakıranla başka bir canavarı katletmekle meşguldü. Sonra Reyna'yı gördüm. Reyna bir drakonla savaşırken kılıcı savruldu. Korumasız kalmıştı. Yardım etmeliydim.
İki devin yanından hızla geçerken bir drakonun saldırısından son anda kurtuldum. Reyna eline geçirdiği bir kalkanla karşı koymaya çalışıyordu, fakat uzun süre dayanamazdı. Hançerimi kaldırıp drakona indirdim. Drakon toza dönüştü. Reyna minnetla bana baktı. 
''Teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın.'' dedi Reyna. Gülümsedim.
Bu da neydi böyle? Reyna bakarken kalakalmıştım. Sırtım... Aman tanrılarım. Dehşet bir şekilde acıyordu. Resmen bedenim uyuşmuştu. Bu da neydi böyle? Reyna kaşlarını çattı. Nefes alamıyordum sanki. Olduğum yere, önüme doğru yere düştüm. Reyna hemen dizlerinin üstüne çöküp sırtıma baktı.
''Aman tanrılarım! Annabeth yaralısın. Kimse yok mu?!'' diye bağırdı Reyna. Boynuma baktım. Sırtımdan akan kan önüme doğru gelmişti. Reyna dudağını ısırdı.
''Biri yardım etsin! Percy! '' Reyna çaresiz gözüküyordu.
''P-Percy'i bul. Lü-lütfen.'' Yutkundum. Önümde onlarca kiş savaşıyordu. Reyna başını sallayıp kılıcını aldığı gibi koşmaya başladı. Kulaklarım uğulduyordu. Çok kan kaybetmiş olmalıydım. Üşüyordum ve titriyordum. Uykum geliyordu. Şuanda öyle cazipti ki uyumak... Bu kargaşadan kurtulup tatlı bir uyku çekmek. 
''Annabeth!'' Percy'nin sesini duydum. Percy hemen yanıma eğildi. Sırtıma baktı. 
''Annabeth, iyi misin?'' diye sordu Percy. Öksürdüm.
''Uykum var.'' dedim sessizce. 
''Hayır, sakın uyuma Annabeth. Biliyorsun! Beni bırakamazsın, anlıyor musun? Sen çok güçlüsün, buna da dayanabilirsin.'' dedi Percy.
''Percy... Beni götür buradan.'' Percy başını salladı. O sırada Piper'ı gördüm. Koşarak iki devin arasından yanıma doğru geliyordu.
''Annabeth!'' dedi Piper endişeyle. Gözleri yaşarmıştı.''Ne oldu sana?'' 
''Romalılardan birisi. Birisi ihanet etmiş. Lanet olsun. Annabeth, o oku çıkarmak zorundayız. Zehirli olabilir.'' Zehir... Tadını iyi bildiğim bir maddeydi. Titan Savaşı'nda Percy'i korumak için önüne atladığımda ve hançerlendiğimde de başıma gelmişti.
''Percy o oku çıkarmalıyız. Zehirli olabilir.'' dedi Piper endişeyle.
''Hayır, çok canı yanar.'' diye itiraz etti Percy.
''Çıkarmazsak da ölebilir!'' dedi Piper. Percy'nin gözünden bir damla yaş düştü. Erkekleri her zaman ağlarken görmek mümkün olmaz ya. Bu anı unutmasam iyi olacak. Percy beni tam olarak ters çevirdi.
''Annabeth, bu çok acıyacak. Aşırı derecede çok acıyacak. Hazır mısın?''
''Bekle!'' dedi Piper. ''Annabeth, yaranı düşünmeyeceksin. Güzel şeylere odaklanmalısın. En güzel anılarına. Unut gitsin yaranı! Sanki hiçbir şey olmamış ve siz Percyle yürüyüş yapıyorsunuz gibi. '' Piper'ın sözleri beni tesir etmişti. Gülümsedim. 
Her şey rüya gibiydi. Çok kısa sürdü. Percyle deniz kenarında yürüyorduk. Percy elimi tutarken bana on iki yaşındayken beni ilk gördüğü anları anlatıyordu. Ne kadar da uzun zaman geçmişti üstünden? Biz bu konuşmayı geçen sene bu zamanlarda yapmıştık. Yani Percy kaybolmadan önce. Percy... Şuanda yanımda olan kişi.
Derin bir nefes alarak uyandım. Percy bana bakıyordu. ''İyi misin Annabeth?'' Cevap veremiyordum. Artık görüntüm bulanıklaşmıştı. Sesler çok uzaktan geliyor gibiydi. Yarımyamalak hatırladığım kadarıyla Percy beni kucağına almıştı. Ve şunu da hatırlıyorum. Percy'e ''Seni seviyorum.'' demiştim.  

Share:
Read More
, ,

Dikkat! Düğün Var! w/ -Aylak-


Bu hikaye benim ve Turkfanfiction.net sitesinde -Aylak- isimli üyenin ortak çalışması olup hakları bana ve ortak yazar arkadaşım -Aylak'a aittir. 
---
ÖZET: Bakın bugün bunların başıma gelmesini ben istemedim.Gerçi büyük ihtimalle sizde bunun daha doğrusu bunların başına gelmesini istemezdiniz. Ama ne yazık ki bela geliyorum demez. Özellikle de bir melezseniz. Sizde evlenmek üzere olan bir melezseniz size tavsiyem: bunları okumayı bırakıp hemen evlilik teklif ettiğiniz kıza bir hata yaptığınızı söyleyin ve ömür boyu hiçbir kızla evlenmeyin. Hatta kızların yanına bile yaklaşmayın. Eğer anneniz ise o başka tabi. Eğer bunu okuyup başımın etini yiyecek bir kızsanız bayanlar lütfen kızmayın. Bunu sadece sizleri korumak için anlatıyorum. Eğer suçlayacak birini arıyorsanız bu kesinlikle sevgili sağdıcım Jason Grace. Çünkü olanların büyük bir kısmı onun suçu. Benim adım Percy Jackson. 26 yaşındayım. 
---
Yazım Tarihi: 21.05.2013
-
Bakın bugün bunların başıma gelmesini ben istemedim.
Gerçi büyük ihtimalle sizde bunun daha doğrusu bunların başına gelmesini istemezdiniz. Ama ne yazık ki bela geliyorum demez. Özellikle de bir melezseniz.
Sizde evlenmek üzere olan bir melezseniz size tavsiyem: bunları okumayı bırakıp hemen evlilik teklif ettiğiniz kıza bir hata yaptığınızı söyleyin ve ömür boyu hiçbir kızla evlenmeyin. Hatta kızların yanına bile yaklaşmayın. Eğer anneniz ise o başka tabi.
Eğer bunu okuyup başımın etini yiyecek bir kızsanız bayanlar lütfen kızmayın. Bunu sadece sizleri korumak için anlatıyorum. Eğer suçlayacak birini arıyorsanız bu kesinlikle sevgili sağdıcım Jason Grace. Çünkü olanların büyük bir kısmı onun suçu.
Benim adım Percy Jackson.
26 yaşındayım. Bir kaç ay öncesine kadar bekar gününün büyük bir kısmını işte geçiren, canavarlarla boğuşan ve akşamları arkadaşlarıyla basketbol maçı izleyip bir şeyler içen pekte sıradan olmayan mutlu bir melezdim.
Peki şu an mutlu ve bekar mıyım?
Hayır artık bekar değilim ama bu sabaha oranla daha mutlu olduğumu söyleyebilirim.
Büyük ihtimalle artık sadede gelmemi ve bugün olanları anlatmamı istiyorsunuzdur.
Peki öyleyse. Hemen anlatmaya başlıyorum.
Bugün Annabeth'le benim düğün günümüzdü. Evet, yanlış okumadınız. Annabeth'le benim.
Şimdi aklınıza hemen şu soru geliyordur: Athena buna nasıl izin verdi?
Aslında geçen gün bende bu sorunun yanıtını çok merak ediyordum. O ne zaman görsem bana Annabeth'ten uzak durmamı söyleyen tanrıçaya ne olmuştu da evlenmemize izin vermiş artı kızına düğün için hazırlanmasında yardım etmişti?
Bu sorunun yanıtını dün akşam bekarlığa veda partimden hemen önce bizzat Athena'dan aldım. Meğer sevgili "kayınvalidem" 9, 10 yıl önce Annabeth'e Athena Parthenos'u bulmasında az da olsa yardım ettiğim ve Annabeth Tartarus'a düşerken bile onu bırakmadığım için evliliğimizi kabul etmiş ve bizim "büyük" aşkımız yüzünden babamla ateşkes imzalamış.
Çok şaşırtıcı değil mi? O bunları söylerken benim halimi düşünün bir de. Çenem resmen yere değecekti. Bir de Athena bana minicikte olsa gülümseyince acaba rüya mı görüyorum diye kendimi cimcikledim.
Neyse, artık gerçekten de sadede geleyim.
Dün gece bekarlığa veda partimde sağdıcım Jason sırf gerginliğim azalsın diye Romalıların kuralları çiğnememek kuralından -Piper'a içki içmeyeceğiz diye söz veriştikte- büyük bir taviz verip bütün gece bize içki içirmiş ve kendisi de içmişti.
Bu yüzden düğüne 6 saat kala Leo, Connor, Travis, Frank, Jason ve ben uyandığımızda hepimiz akşamdan kalmış vaziyetteydik.(Normalde on saat öncesinden hazır olmamız lazımmış.)
Artık bir tanrı ya da tanrıça bizi kutsamış mıydı emin değilim ama yaklaşık 15 dakikada hepimiz duş almış, giyinmiş ve pis kokan nefesimiz nane kokar vaziyette kapıdan çıkıyorduk.
Oturduğum apartmanın otoparkına koşarak indik. Arabaya vardığımızda olduğumuz yerde kalakaldık.çünkü arabamın çevresini 20 drakon sarmıştı. Ve arabam fena halde kirliydi.
''Anlaşılan biraz geç kalacağız.''dedi Jason.Kesinlikle aptallık etmiştik.Bu kadar melez bir arada kalırsa olacağı buydu.Tamam,benim yanımda Dalgakıran vardı.Fakat diğerleri?Heralde kendim dahil altı melezi koruyacak halim yoktu.
''Eve dönmeliyiz.''dedim.
''Nasıl?''diye sordu Leo.Cidden bunu ben de düşünmemiştim.Aslında anında 'KOŞUN' desem içeri girsek nasıl olurdu?Apartmandaki hasar da...en fazla ilk üç katı yok olurdu.Yani pek sorun sayılmazdı.
"Silahlara ihtiyacımız var.Eve girmek zorundayız.''dedi Connor.Travis de haklı diye başını salladı.
''Bİr fikrim var.Frank...ee dostum.Şey...''Frank ofladı.Bundan nefret ediyordu.
''Tamam,tabi.O sırada siz de içeri girersiniz.''Cebimden Dalgakıran'ı çıkarıp kılıç haline getirdim.
''Benim silahım var.''Frank başını salladı.Bundan sonrası bakmayı gerçekten hiç istemiyordum.Gözlerimi kapattım.Belki bir kaç saniye geçmemişti ki bir kükreme sesiyle irkildim.Gözlerimi açtığımda karşımda iki metre uzunluğunda bir ejderha vardı.
''Galiba bana gerek kalmayacak.''
Frank, hızla ilk drakona saldırdı.Drakon Frank'in hızlı darbeleriyle toza dönüştü.Az önce fark etmemiştim(Nasıl fark etmediysem?)bütün drakonlar birbirinin aynısıydı.İnsan uzaktan baksa astimatı olduğunu sanırdı ki biz yarı-insandık.Bu yüzden biraz da olsa böyle düşünüp rahatlamaya hakkımız vardı.Heralde boş boş durmayacaktım.Zaten Annabeth dün gece içip uyuyakaldığımız için beni öldürecekti,bir de nikaha yetişemedim diye öldürsün istemiyordum.Hem bir melez iki defa ölemezdi ya?Hemen drakonlardan birine saldırdım.Evet,drakonlar güçlüydü.Fakat çok yavaştılar.Bir darbe aldıktan sonra dakikalarca hamle yapamıyorlardı.Bu bizim için iyiydi,en azından geriye kalan 18 tane drakon bize saldırmayana kadar.Ne yazık ki drakonlar birliği üstümüze yürümeyi akıl etti.Frank artık beni korumaktan drakonlara saldıramıyordu.Yardım lazımdı,nerede kalmıştı bunlar?Kafamın üstünden hızlı bir ok geçip drakonun kafasına saplandı.Drakon acıyla böğürdü.Gidip Dalgakıran'ı tam karnına soktum.Canavar yok oldu.
''Çok geç kalmamışızdır umarım.''dedi yanımdan gelen ses.Bu ses Jason'a aitti.Gülümseyip drakona saldırdı.Ben de arkasından diğer drakona.
Artık sokağımız tam bir savaş alanına dönmüştü.Leo hareketlerini kısıtlamak için etraflarını ateşle çevirmişti.
Connor ve Trovis kardeşler durmadan ok atıyordu.Ben ve Jason durmadan drakonları kılıçlarımızla biçiyorduk.Fakat Jason ile birlikte bir drakonu ancak yirmi kılıç darbesiyle öldürebildiğimiz için bu iş hiç de kolay olmuyordu.Kaç tane kalmıştı?Daha fazla dayanmamız mümkün değildi.
''Altı tane kaldı.Durmayın!''diye bağırdı Connor.Şu anda haklı olup olmadığını anlamak için drakonları sayacak vaktim yoktu.Ter su içinde kalmış vaziyette drakonlardan birine saldırdım.Drakondan fırsat bulup karnına kılıcı batırabilirsek drakon hemencecik toz oluyordu.Fakat drakonlar bunu biliyormuş gibi sürekli karınlarını elleriyle kapatıyorlardı.Olsun,artık altıya altıydık.
''Son drakon!'' diye bağırdı Trovis.Artık ok atmayı bırakmışlardı.Frank de eski haline dönmüştü.Demek ki son drakon benle Jason'a kalmıştı.
''Son bir darbe.Ne dersin dostum?''diye sordu Jason.
''Harika derim.''Jason havalandı.Drakona yukardan vuracaktı.Drakon dikkatini ona vermişken ben de karnına kılıcımı batıracaktım.Bunu nasıl mı anlamıştım?Jason'un gözlerinden.Onunla o kadar çok göreve gitmiştik ki artık birbirimizin beynini okuyorduk.
Jason kılıcını canavarın ensesine saplamaya çalıştı.Fakat canavar da artık bizim tekniklerimizi anlamıştı.Jason hemen geri çekildi.İşte benim fırsatım.Hızla canavara doğru koşmaya başladım.Canavar daha ne olduğunu anlayamadan toza dönüştü.
''İyi işti dostum.''dedi Jason yere inerken.
''Acele etsek iyi...Kahretsin!Arabam.''Arabam kullanılmaz bir haldeydi.Annabeth bizi bekliyordu.Ve biz geç kalmıştık.Athena bu defa beni asla affetmeyecekti.
Size başka bir öneride daha bulunayım.Eğer ille de bir kızla evlenecekseniz mümkün ise annesi ölmüş,ya da sizden oldukça uzakta bir yerde yaşıyor olsun.Tabi burada bir istisna var.Eğer evlendiğiniz kız bir melezse,ve annesi de bir tanrıçaysa diğer önerimdeki gibi hemen ondan ayrılın.Ayrılmazsanız bilesiniz ki eşinizle en fazla bir dakika evli kalabilirsiniz.
''Bir taksi çağırsak?''diye sordu Frank.Eski haline dönmesine sevinmiştim.Onu uzun süredir tanısam da onun bu hayvanlara dönüşme olayına alışabilmiş değilim.
''Evet,zaten başka çaremiz de yok.Artık ne yapalım,orada tekrar duşa gireceğiz.''dedim.Melezler hüzünle başlarını salladı.
On beş dakika sonra taksi sokağa girdi.Altı kişi bir taksiye binecektik.Frank öne geçti.Zaten Frank arkada iki kişilik yeri kaplıyordu.Oysa bizim arkada beş kişi oturmamız gerekiyordu.Zar zor otobüse bindik.Yazık Leo en köşede Connor'un altında eziliyordu.Connor da Trovis'in altında.En rahat Jason ile bendim.Zaten Jason şöförün görmeyeceği bir şekilde hafif havada oturuyordu.Bana da kocaman bir koltuk kalmış oluyordu.
Sonunda düğünün gerçekleşeceği restoranta geldik.Restoran deniz kenarında bulunuyordu.Restorantın bir köşesinde kocaman bir Gelin Sarayı bulunuyordu.Annabeth,Piper,Hazel,Afrodit ve Athena sabahın sekizinde buraya gelmişlerdi.Normalde biz saat on gibi burada olacaktık,tabi drakonlar bize saldırmasaydı.Şu anda ise saat on ikiyi geçiyordu.Yani kesinlikle biz bitmiştik.Athena kollarını göğsünde kavuşturup karşımıza geçecek ve ''Percy Jackson,neredesin sen?''diyecekti.Zaten düğünün deniz kenarında yapılmasına sinir olmuştu.Şimdi bütün sinirini bizden çıkaracaktı.Hızlı adımlara Düğün Sarayı'na doğru koşmaya başladık.
Saray tam Athena tarzıydı.Beyaz fayanslardan yapılmış bina,altın süslemelerle kaplanmıştı(insanlar bunları altın suyuna batırılmış sanıyordu).Merdivenlerden yukarı çıktık.
Tam beklediğim gibiydi.Athena bizi kapıda karşıladı.Dudağını büzmüş gözlerini bana dikmişti.Üstümün nasıl gözüktüğune deyin hiçbir fikrim yoktu.Fakat hiç iyi gözükmediğindem emindim.
''Percy Jackson,bu kabul edilemez.''Drakonlarla savaşırken bile bu kadar ter dökmemiştim.Athena öyle buz gibi bakıyordu ki ister istemez titredim.
''Gel benimle.''Arkadaşlarıma bekleyin deyip Athena'yı izledim.Athena beni gelin odasına getirmişti.Annabeth...Muhteşem gözüküyordu.Sarı saçlarını dağınık topuz yaptırmıştı.Saçının üstüne inciler yerleştirilmişti.Duvak neredeyse önüme kadar geliyordu.Gelinliğinin üstü de saçındaki incilerle süslenmişti.Gelinliğin v dekoltesi hafif yapılmıştı.Annabeth'in yüzünde ise muhteşem bir makyaj vardı.Beni görünce koşarak bana sarıldı.
''Neredesin sen Percy?Saat kaç haberin var mı?''diye sordu endişeyle
''Özür dilerim Annabeth.Ufak bir sorun çıktı da.''Kafasını kaldırıp bana baktı.
''Ufak bir sorun mu?''
''Boşver.Hem bak,ben buradayım.''Gülümsedi.
''Ve doğru alt kattaki kuaföre gidiyorsun.''dedi Athena.Bu kadın asla bizi rahat bırakmayacaktı.Artık bundan emindim.Ağır adımlarla arkadaşlarımın yanına döndüm.
''Eğer hemen kuaföre gitmezsek Athena ızgarası olacağız.''dedim.Gülüşüp kuaförün yolunu tuttuk.

Share:
Read More
, , ,

Sessiz Ol!


AU
Alternative Universe, yani Aykırı Evren anlamına gelir. Karakterler, normal hikaye örgüsü dışında davranır, örneğin, normal şartlarda korsan olan Jack Sparrow, Los Angeles'ta motorsikletli bir asi olarak yazılır.
-
ÖZET: Percy Jackson ve Annabeth Chase. İkisi de birbirinden mükemmel iki ajan. Bu yıl Birim Şefliğine yükselen ajanlar, kendilerine ait bir grup ajan almak yerine eskiden olduğu gibi göreve gitmek zorunda kalırlar. Üstelik yalnız da değil, birlikte. AU
-
Yazım Tarihi: 18.10.13
-
''Hazır mısın?'' diye mırıldandım. Bu adamı daha ne kadar oyalayacağımızı bilmiyordum. Annabeth'in acele edip bu adamı öldürmesi ve işi bitirmesi şarttı.
''Ben hazırım.'' diye mırıldandı Annabeth, iki saniye sonraysa tam karşımda oturan örgüt başı, artık başsız bir baştı.
Ortalık saniyeler içinde birbirine karıştı. Annabeth'in yerleştiği binaya baktım. Annabeth'ten eser kalmamıştı. Yanımızdaki üç koruma dışarıya bağırıp çağırırken ben de aradan sıvışıp odadan çıktım. Fakat daha işimiz bitmemişti. Kendime güzel bir köşe bulup tabancamı çıkarttım. Şansıma şarjör doldurmama da gerek kalmamıştı. Ortaya daldım.
Önce koridorun sağ tarafında duran şişkoyu hallettim. Ardından onun yanında duran sakallı, orman kaçkınına benzeyen sıskayı önce omzundan, sonra da karnından vurarak etkisiz hale getirdim. Fakat binadaki adamlar bu kadar değildi tabi ki. Sırf odaya on kişi dalmıştı-birazdan da bana dalacak gibiydiler-. Kaçma zamanıydı. Arkamı döndüğüm gibi kaçacaktım ki...
İşler hiç de öyle gitmedi.
Etrafım sarılmıştı. Ölmeden buradan çıkmam imkansız gibiydi. Yedek silahım vardı, olmasına, fakat karşımdaki yirmi kişiyi bir saniyede öldüremedeğim gibi onlar da beni bir saniyede öldürebilirdi. Sonra bir ses duyuldu. Sesin geldiği yöne, arkama baktım. Annabeth elindeki silahla o on kişiyi mermiye boğmuş, şimdi de benim yanıma koşuyordu. Bir adamlara, bir Annabeth'e baktım. Sanırım şimdi sıra bendeydi.
Adamların üzerine tabancamdaki bütün şarjörü boşalttım. Bu kargaşa arasında şarjör değiştirmeye vaktim yoktu. Belimdeki diğer tabancayı çıkarıp ateşledim. Fakat bir sorun vardı. Bunun da şarjörü yoktu. Adamlar sırıtarak bana baktığında ben de sırıttım.
''İşin bitti dostum.'' dedi şişko bir tanesi, kendinden emin gözüküyordu.
''Pek sanmıyorum.'' Elimdeki silahları adamların kafasına fırlatıp aşağıya koştum. Annabeth'in tam önündeki adamın üstüne atlayıp boynunu kırdım. Ardından yukarıdan gelen adamların önüne onu atıp Annabeth'in peşinden dışarı fırladım. Pek vaktimiz yoktu.
Annabeth bir yandan koşarken bir yandan da çantasından bana bir tane silahla kar maskesi verdi. Bu sefer şarjörünü kontrol etmeyi unutmadım. Annabeth merdivenlere gelince merdivenin kenarına oturup aşağıya kaydı. Ben de adamların üstüne biraz daha sıkıp peşinden gittim. Üçüncü kata geldiğimizde durup soluklandık-dokuz kat inmiştik-. Ardından tekrardan hızlı bir şekilde aşağı indik. Giriş kata geldiğimizde bizi bekleyen başka bir grup vardı.
''Tanık bırakamayız.'' dedim Annabeth'e. Annabeth evet anlamında başını salladı. Bu demek oluyordu ki biraz daha insan öldürmeliydik.
Annabeth çantasını köşeye atıp köşeye saklandı. Silahının şarjörünü korkusuzca adamların üstüne boşalttı. Ben de onun tam yanında durup ona katıldım. Sonunda işimiz bittiğinde en azından elli kişi öldürdüğümüze emindim.
''Hadi.'' dedi Annabeth çantasını alırken.''Kameraları hallet.'' Köşelerdeki kameralarla bilgisayarları kırıp Annabeth'in peşinden operasyon arabamıza bindik. Bizi içeride Natalie bekliyordu. Her zamanki gibi lacivert bir ceket giymiş, saçlarını açık bırakmış ve de kulaklıklarını takmıştı. Annabeth onu çok tanımıyordu-tanışalı iki gün olmuştu- ama ben onunla üç yıldır çalışıyordum. Çok konuşmasak da birbirimizi iyi tanırdık.
''Tamam mısınız?'' dedi Natalie, s leri yine ğ diye söylemişti. Bu onun genizi yüzünden olsa gerekti-öyle söylemişti-. Evet diye başımızı salladık.
''Hadi gidelim!'' dedi Natalie şöför Tom'a.''Merkeze.''
''Umarım bu sefer görevler bitmiştir. Artık ekibimin başına geçmek istiyorum.'' dedi Annabeth, iki günde yüzden fazla kişi öldürdüğümüzü umursamıyor gibiydi.
''Aynen.''
''Of.'' dedi Annabeth.''San Francisco'yu özledim.''
''Manhattan güzeldir. Tabi çok görev verirler.'' dedim Annabeth'e. Gerçekten üzgün gözüküyordu. Her ne kadar onunla ilk karşılaştığımda gıcıklık yapmış olsa da onun için üzüldüm. Tabi, buna bir dakika sonra pişman oldum.
''O neydi öyle? Adamın üstüne atladın.'' dedi Annabeth kaşlarını çatarak.''Kareteci felan mısın?''
''O bir savunma hareketi. Adamın boynunu kırıp önüme geçirdim. Böylece arkadaki adamlar bana değil arkadaşlarına sıktı. Bilmiyor muydun yoksa?''
''Elbette biliyordum. Ama sen bu harekette birinin üstüne atlanmasına dair bir şey olmadığını bilmiyordun sanırım.'' dedi Annabeth.
''Of.'' Annabeth buna cevap veremeden telefon çaldı. Nataile bir şeyler mırıldandıktan sonra bize döndü. Her zamanki gibi ifadesizdi.
''Hey çocuklar, galiba bir sorununuz var.'' dedi Natalie. Sorununuz dediğine göre mutlaka kötü bir şeydi.''Kelly ve Robert size söz verdiği ekipleri hazırlayamamış. Robert siz merkeze geldiğinzde onları öldürebileceğiniz için telefondan söylediğini, bugün eve gidip sakinleşmenizi söyledi. Sadece bir aycık kadar daha böyle görev yapacakmışsınız. Başarılar.''
''Şaka yapmayı keser misin Natalie?'' dedim öfkeyle.''Hiç yeri değil.''
''Ben şaka yapmıyorum.'' dedi Natalie.
''Kes şunu.'' diye katıldı Annabeth.
''Ben şaka yapmıyorum.'' diye tekrarladı Natalie, her sözcüğü vurgulayarak söylemişti. Annabeth gözlerini devirdi.
''Şakacı bir arkadaşınız varmış.'' Natalie bunun üstüne kendinden beklenmeyecek bir hışımla ayağa kalktı. Yılların ajanı, yüzlerce insan öldürmüş olmamıza rağmen Annabeth de ben de korkarak geriye çekildik.
''Size şaka yapmıyorum dedim şapşallar!''
İşte şimdi, şaka yapmadığını anladım. Natalie asla biriyle argo konuşmazdı.
''Yo.'' dedi Annabeth gözlerini kocaman açarak, sinirden ağlayacakmış gibi gözüküyordu.''Olamaz!''
''Robert!''
''Kelly!''
''Tom, seni öldürmekle bile tehdit etseler bizi merkeze götürüyorsun. Yoksa yemin ederim ki seni kendi ellerimle parçalarım!'' dedi Annabeth, onu hiç bu kadar korkunç görmemiştim.
''E-evet, ben de.'' diyebildim.
''Pekala çocuklar, dışarı!'' Tom kapıyı açtığından Natalie çantalarımızla beraber bizi dışarı attı. Arkalarından bağırsak da birkaç dakika içerisinde gözden kayboldular.
''Lanet olsun!'' dedim öfkeyle.''Bunu daha önce de yapmışlardı. Tahmin etmeliydim.''
''Merkeze eninde sonunda gideceğiz.'' dedi Annabeth.''Hem de oldukça hızlı bir yolla.''
Annabeth çantasından çıkarttığı tabancayı eline alıp kar maskesini kafasına geçirdi. Ardından koşarak bir arabanın önüne geçti. Arabanın şöförü korkuyla arabadan çıktı ve kaçmaya başladı. Annabeth kar maskesinin altından gülümsedi.
''İşte buna otostop denir.'' 

Share:
Read More
, ,

Melez Kampı Tarzı Düğün Şöleni


Annabeth, Afrodit kulübesinde olmaktan kesinlikle mutlu değildi. Burası Barbie'nin Melez Kampı şubesinden başka bir şey değildi. Çoğunlukla sadelikten yana olan Athena kulübesinden sonra burası Annabeth'in gözlerini yormuştu ki Annabeth kulübenin daha bir kısmını görmüştü.
Normalde olsa asla bunu kabul etmezdi fakat bugün evleniyordu. Evet, sonunda başarmıştı! Bütün o canavarların, kafayı yemiş tanrıların kıçına tekmeyi basmalarından çok kısa bir süre sonra Annabeth'in şaşkın sevgilisi Percy Jackson ona evlenme teklif etmiş ve onlar da 'basit' bir düğün yapmaya karar vermişlerdi.
Bunun basitlikle alakası yoktu. Her ne kadar Melez Kampı'nda olsalar da.
Annabeth makyajını yapan, adını bilmediği esmer kıza çok sade bir makyaj yapmasını söylemişti. Makyaj ve güzellik hakkında en ufak bir şey bile bilmeyen Annabeth bile kızın şu an yüzüne yaptığı makyajın basit bir makyaj olmadığını biliyordu.
''Ee... Acaba bu kadarı yeterli değil mi?'' Annabeth bunu söylediğinde Afrodit kızı çikolata rengi gözlerini onun aynadaki yansımasına çevirmiş, oldukça ciddi bir ifadeyle yanıtlamıştı sorusunu.
''Annabeth Chase, normalde güzellikten uzak olan birisi olabilirsin fakat bugün senin düğünün var. Sen bir gelinsin ve gelinler güzeldir. Ayrıca o Poseidon çocuğunun seni beğenmesini istemiyor musun?''
''Percy'nin beni böyle de beğeneceğ-''
Kız onun dudaklarına ruju sürmeye başladığında Annabeth konuşmasına devam edemedi. Zaten Athena kızlarını bilgelikte yenebilecekleri tek konular bunlardı: Moda ve Güzellik. Ki buna bilgelik demek de doğru değildi. Sonuçta dudağına şu ruju taşırmadan sürmek insan kurtarmıyordu oysa okuduğunuz bir kitap savaşta sizi hayatta tutan şey olabilirdi. 
Annabeth tam düğünü gece yarısına ertelemeleri gerektiğini düşünmüştü ki esmer kızın elindeki şeyi bırakmasıyla derin bir nefes aldı.
''Ah, gerçekten hiç bitmey-''
''Daha saçın var. Manikür ve pedikürün tabii. Ayrıca takılarını da seçmedik.''
Afrodit, diye geçirdi içinden. Eğer beni buradan kurtarmazsan ağlamaya başlayacağım ve bir gelinin ağlayıp makyajının bozulmasını istemeyiz, değil mi?
Annabeth aslında blöf yapıyordu. Afrodit'in bir anda orada belireceğini de düşünmemişti fakat Aşk ve Güzellik tanrıçası yine muhteşem görüntüsüyle -sürekli değiştiği için Annabeth bunu tasvir edemiyordu- orada belirdiğinde gerçekten şaşırdığını kabul edebilirdi.
''Sen, Annabeth Chase, gözünden bir damla yaş akarsa sana aşk büyüsü yaparım, ona göre!'' Afrodit, neredeyse telaşlı bir ifadeyle ona baktığında Annabeth kaşlarını çattı. Evet, tanrıçalar bazen gerçekten insani bir karaktere bürünseler de endişenin onların sıfatında olmaması gerektiğini düşünürdü hep. Sonuçta onlar ne isteseler yaparlardı ve Annabeth, Afrodit'in onun gözyaşının akmasını durduracağından da emindi.
''Burada olduğunuza inanamıyorum.'' dedi Annabeth, bu sırada oturduğu sandalyesinden kalkmış ve etrafına bakmıştı. Kaşlarını çattı. Afrodit her ne yaptıysa zamanı durdurmuş olmalıydı. Esmer kız hala az önceki halinde duruyordu. Bir şey almak için yürümeye yeltenmişti muhtemelen. Bir Afrodit melezi olsalar da Annabeth onların da bu kadar garip hareketler yapmayacağından emindi.
''Melez Kampı'nda her gün birileri evlenmiyor şekerim.'' dedi Güzellik tanrıçası. ''Hem ben sizin ilk destekçinizim, tabii ki burada olacağım!''
''Ne?'' diye sordu Annabeth. ''İlk destekçimiz mi?''
Athena sıkıntıyla iç çekti. ''Bunu o aptal sevgiline sorabilirsin. Ah! Ya da kocacığın mı demeliyim?''
Afrodit kahkahalar atarken Annabeth gözünün seğirdiğini hissetti. O da gülümsemeye çalıştı fakat bir yandan kaşlarını çatıp bir yandan gülümsemeye çalışmak onun için bile zor oluyordu.
''Evet, seni bu durumdan nasıl kurtarabiliriz ona bakalım.'' Annabeth'in elleri ve ayakları bir anda havaya kalktı. Afrodit kaşlarını çatarak onları incelerken sıkıntıyla iç çekti.
''Ah... Umutsuz vaka. Neyse ki ben varım!''
Annabeth ona bu şahane egosu hakkında özlü sözler söylemeye hazırlanırken Afrodit elini şaklattı ve Annabeth yüzünde bir acı hissetti. Acıyla inlerken başını çevirip aynaya baktı.
''Kaşlarımı mı aldın sen?'' diye sordu Annabeth. 
''O kaşlarla güzel gelin olamazsın.''
''Eğer kaşlarımı geri vermezsen Olimpos'ta heykelini dikmem.''
''Beni tehdit mi ediyorsun sen? Tabii ki yapacaksın.'' Ama bunu söylerken oluşan yüzündeki ifadeden Annabeth onun tereddüte düştüğünü görebiliyordu.
''Kaşlarım. Hemen. '' Annabeth onun iç çektiğini duydu. Yüzünde tekrardan acı hissettiğinde alınan kaşlarının yerine geldiğini gördü.
''Eğer erken boşanırsanız suçlusu tamamen sensin Athena kızı. Ne kadar aptal da olsa o da bir erkek.'' 
Annabeth ona gülümseyerek en güzel cevabı verirken Athena gözlerini devirdi.
''Her neyse. Sana muhteşem bir gelinlik ve topuklu ayak-''
''Ah, hayır! Afrodit, eğer bana muhteşem bir gelinlik ve topuklu ayakkabı vermezsen söz veriyorum sana iki heykel dikeceğim.''
Afrodit'in rengarenk gözleri heyecanla parladı. ''İki heykel mi? Hera'nın bile iki heykeli yok!''
''Şey, tabii Zeus izin verirse.''
Afrodit gözlerini devirdi. ''En yaşlı Olimposlu benim, tabii ki izin verecek.''
Masmavı gökyüzünde bir şimşek çarptığında Annabeth de Afrodit kadar bunun Zeus'un işi olduğundan emindi. İster en yaşlı, ister en genç Olimposlu olsun, Olimpos dünyasında sözü geçen kişi Zeus'du. (Racon kesen Zeus xd xd)
Afrodit, boşanacak olan sensin, bakışları atarken omuz silkti. Annabeth'in kaşları çatıldı, son birkaç dakikada sık sık olduğu gibi. Afrodit gözlerini devirirken söylenmeyi de unutmadı.
''Kaşlarını çatmaktan yüzün kırış kırış olduğunda yine Afrodit kurtar beni, diye yalvaracaksın Athena kızı. Güzellik konusunda her şeyin hazır. '' Annabeth iyice kaşlarını çatarken aynaya baktı. Afrodit haklıydı. Annabeth'in kıvırcık saçlarının kabarıklığı bir anda gitmiş, yerini tane tane bukleler almıştı. Yüzündeki makyaj sadeleşmiş ve esmer kızın dudağına sürdüğü kırmızı ruj yerini pembenin açık bir tonuna bırakmıştı.  Annabeth şaşkınlıkla Afrodit'e dönmüştü ki Güzellik tanrıçasının orada olmadığını gördü. O an zaman tekrardan hızına kavuştu ve yanında tek ayağı üzerinde duran esmer kız yürümeye devam etti.
Bu ikinci heykel blöfü cidden işe yarıyordu. Esmer kız elinde bir çantayla geri döndüğünde ağzı açık kaldı. Annabeth onun yere düşeceğinden gerçekten endişelendi. Üstüne giydiği kısa tişörtle yere düşse yerdeki taşlı halı kesinlikle onu yaralayabilirdi.
''Saçın... maky- Neler oluyor burada?''
Annabeth zekasını devreye soktu ve durumu toparladı. ''Sen yaptın. Biraz yorulmuş gözüküyorsun, şey?''
''Sandra.''
''Ah, Sandra. Biraz değil, bayağı bir yorulmuş gözüküyorsun. Bütün saç ve makyaj işini sana yıktılar. Biraz dinlenmeye ne dersin?''
Esmer kız küt kesilmiş saçlarını elleriyle karıştırırken histerik bir kahkaha attı. ''Sanırım haklısın. Piper elbiseni getirecek, ben gidip biraz dinleneceğim.''
Kız yanından gittiğinde Annabeth neredeyse heyecandan dans edecekti. Tam biraz dinlenebileceğini umarak sandalyesinde geriye yaslanmışken arkasından kapının açıldığını duydu ve sıkıntıyla doğruldu. Neyse ki gelen kişi Piper'dı, Annabeth oturduğu yerden kalkıp elinde uzun bir poşet/paket -Annabeth taşıyan arkadaşına sarıldı.
''Piper Mclean, danışmanlığını yaptığın bu kulübe tam bir...'' Annabeth söyleyecek kelime bulamadığında Piper'dan çok kendisi şaşırdı. Acı bir gülümsemeyle arkadaşına bakarken boğazını temizledi. ''Şey... değişik.''
Piper gülümseyerek geri çekilirken elindeki elbiseyi gösterdi. ''Elimizdeki en iyi gelinlik bana kutsamada Afrodit tarafından hediye edilen elbisem. Biraz ikinci el ama Afrodit burada olmadığına göre başka bir şansımız yok, değil mi?''
''Az önce buradaydı.''
''Ne?''
''Sorun değil, çok güzeldir eminim ki.'' Piper şaşkın bir gülümsemeyle elbiseyi poşet/paketten Annabeth de onu izledi.  Arkadaşı elbiseyi iki eline alıp ona gösterirken Annabeth yüzünü buruşturmadan edemedi.
''Bu elbisenin böyle bir dekoltesi olduğunu hatırlamıyordum.'' dedi Annabeth. Piper zoraki bir şekilde gülümsedi. 
''Elimizdeki en iyi değil, gelinliğe benzeyen tek sade kıyafet bu Annabeth. İnan bana, Drew'in seçtiklerini görsen bu elbisede tereddüt etmezdin.''
Annabeth sıkıntıyla elbiseyi eline aldı. ''Sahi, sen nerelerdeydin? Beni burada kardeşlerinle yalnız bırakmak için iyi bir nedenin olmalı.''
''Erkeklere bakmaya gittim.'' dedi Piper, bir yandan da küçük bir karton poşetten ayakkabı çıkarıyordu. Annabeth ayak numaraları ve bedenleri aynı olduğu için mutluydu, aksi takdirde ne elbise bulabilirdi ne de ayakkabı.
''Biliyorsun, Üç Büyükler'in çocukları da olsalar kendilerine bakamıyorlar. Bir dakika, bunu ben mi söyledim?''
Annabeth güldü. ''Aynı benim gibi konuştun, evet.''
Piper iç çekerken arkadaşına baktı. ''Onlar hazır, güneş de batmak üzere ki Apollon'dan güneşin batımını bir yarım saat kadar geciktirmesini rica ettik.''
''Yarım saat mi? Ayrıca Apollon'u nereden buldunuz siz?''
''Geçiyormuş da bir Melez Kampı'na uğramaya karar vermiş.''
''Sen de buna inandın?''
''Sorgulamadım diyelim. Her neyse, herkes seni bekliyor Annabeth demek istemiyorum fakat gerçekten de herkes seni bekliyor.''
''Ah, tanrılarım, bunun basit bir şey olacağını kararlaştırmıştık!''
''Basit bir şey olacak zaten.''

''Basit bir şey... değil mi, Piper?'' Annabeth, arkasında nedimeleri olarak bütün Afrodit melezleriyle yürürken yüzünü buruşturmamaya çalıştı. Basit bir şey diye tasvir ettikleri yer hiç de basit değildi. Afrodit melezleri kamp ateşinin etrafını ve Thalia'nın ağacını Annabeth'in ne olduklarından emin olmadığı şeylerle süslemişti. Ağaçları boyamışlardı? Ziller? Kırmızı halı?
''Görkemli bir şey isteseydim Olimpos'ta yapardık herhalde.'' diye homurdandı Annabeth. 
''Aslında hiç de fena bir fikir değil. İkinci bir düğün yapmaya ne dersin?'' Annabeth'e arkasından neredeyse bağıran Afrodit kızı bir süre sonra kıkırdamaya başladı. Annabeth o sırada yanında yürüyen Piper'a ters bir bakış atmayı unutmadı.
Ona uzun bir süre kızabilirdi fakat kamp ateşinin yakıldığı yere yaklaştıklarında kalabalığın arasında onu bekleyen sevgilisini gördüğünde her şeyi unuttu. Altına giydiği beyaz pantolon, üstüne giydiği su yeşili tişört ve papyonla dünyada olabilecek en tatlı damattı. Percy Jackson ve yanında bekleyen arkadaşları onları fark ettiğinde onlara doğru yürümeye başladılar. 
Annabeth Percy'le kalabalığın başında buluştuğunda bütün kalabalık onları alkışlıyordu. Poseidon'un oğlu onun elini nazikçe tutup öperken Annabeth gözlerini devirdi.
''Doğru söyle, bu fikir Leo'dan mı çıktı yoksa bir Afrodit kızı mı söyledi?'' Percy yılışık bir şekilde gülümserken uzanıp Annabeth'in iki elini de tuttu.
''Leo Valdez'in hayran grubu desek daha doğru olur. '' Annabeth gözlerini devirirken etrafındakilere baktı. Çoğu kişi günlük kıyafetleriyle duruyordu, Afrodit kızları hariç tabii. Annabeth'in baş nedimesi olduğu için Piper saçlarını özenle tarayıp boncuklarla süslemişti. Onun dışında o da kamp tişörtü ve şortuyla duruyordu.
''Biz de kamp tişörtü ve şortla evlenebilirdik.'' 
''Afrodit bizi öldürürdü.'' diye karşılık verdi Percy. ''Bu arada Afrodit sana da uğradı mı? Bana bizim erken boşanmamızdan endişelendiğini söyledi.''
Annabeth gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. ''Şey, hayır. Bu arada düğünün nasıl olacağından haberin var mı?''
''Kheiron, tanrılar sizi kutsasın, dese yeter. Hera bunu yaparsa sanırım bu gece kampı inekler basar.'' 
Annabeth onun koluna vurdu. ''Hera bunu şaka olarak anlamazsa balayımızı okyanusta yapmak zorunda kalırız.''
''Güzel olur! Üstelik biraz denizde de yüzeriz.'' 
Annabeth ona gözlerini kısarak baktı. ''Haklısın. Ya ben boğulurum ya da baloncuk içinde savrulurum.''
Percy dudağını büzdü. ''Sadece iyimser olmaya çalışıyordum.''  
Annabeth onu öpmemek için kendini zor tuttu. ''Tamam. Şimdi bir yere mi oturmamız gerekiyor? Yoksa normal düğünlerde olduğu gibi bir yere kadar yürüyüp ayakta mı duracağız?''
Percy ona çılgın bir gülümsemeyle baktı. ''Pastamız mavi! Üstünde de kocaman bir baykuş var!''
Annabeth sesli bir şekilde güldü. ''Baykuşun etrafına birkaç tane de yosun çizmeliydiler.'' 
Percy tam savunmaya geçtiği sırada kalabalıktan yükselen alkış sesleri arttı ve onların konuşmaları bölündü. Percy kolunu uzattığında Annabeth onun koluna girdi ve ikisi yürümeye başladılar.
''Şey, Annabeth, eğer senin arkanda yürüyen kızlar nedimen oluyorsa benim yanımda yürüyen erkekler ne oluyor?''
Annabeth gözlerini devirirken dik durmaya çalışıyordu. Bu, Afrodit melezlerinin 'altın kural' olarak tanımladığı şeylerden birisiydi.  Annabeth onları çoğu zaman umursamasa da evlilik konusunda daha bildiği olduklarını gözardı edemezdi.
''Gözlerini elbisemin dekoltesinden ayırırsan çok daha mantıklı düşünebileceğinden eminim Yosun Kafa. Ayrıca Frank, Jason ve Leo'nun pek senin yanında yürümek dışında bir vasfa sahip olduğunu sanmıyorum. Sadece... yürüyorlar.'' 
Percy kıpkırmızı bir yüzle başını öne çevirdi. ''Şey, pardon. Ayrıca kızlar da yürüyorlar.''
''Onlar elbisemi de tutuyorlar ve yüzlerindeki makyaj benimkinden bile fazla Yosun Kafa. Onları gerçekten hafife alma. Afrodit kulübesinde kendimi Afrodit'e dua ederken buldum!''
''Afrodit bu yüzden gelmiş olmalı!''
Yosun Kafa, diye geçirdi içinden Annabeth gözlerini devirirken. Sonunda rengarenk gözüken kamp ateşinin etrafından dönüp Kheiron'un durduğu yere geldiklerinde Annabeth kalbinin heyecandan duracağını sandı.
Heyecanlanacak bir şey yoktu. Sadece üç yıldır çıktığı, dokuz tanıdığı sevgilisiyle kampta evleniyordu. Bunda büyütülecek bir şey yoktu.
''Öncelikle, hepiniz hoşgeldiniz!'' Kheiron o sırada at formuyla elinde karşılarında dururken konuşmaya başlamıştı. O sırada elinde tuttuğu çiçekten tacı Annabeth'in kafasına taktı.
''Afrodit'ten.'' Annabeth tam bir şey söylemeye kalkmıştı ki Kheiron tekrardan konuşmaya başladığında konuşması yarıda kaldı.
''Şey... evet. Bildiğiniz üzere bu kamptaki gelmiş geçmiş ilk düğün. Şimdi Poseidon'un oğlu Percy Jackson ile Athena'nın kızı Annabeth Chase'in -evet, öyle söylemiştin Hera- kaderlerini sonsuza kadar birleştiriyoruz. Hayır, birlikte yazıyoruz!''
''Hera arkadan talimat veriyor.'' diye fısıldadı Annabeth Percy'nin kulağına. 
''Ben de inek sesi nereden geliyor diyordum- AH!'' Percy elini arkasına götürürken yüzünü buruşturdu.
''Sanırım az önce görünmez bir inek kıçımı tekmeledi.'' Annabeth iç çekti. 
''Evet, ellerinizi birleştirin lütfen.'' Annabeth ve Percy ellerini ortada birleştirdiğinde Kheiron birkaç toynak geriledi. 
''Size uzun, mutlu ve Hera'lı, şey, huzurlu bir evlilik hayatı diliyoruz!'' Alkışlar koparken Percy ve Annabeth geri çekildi. Percy Annabeth'e sırıtarak baktığında Annabeth de gülümsemesine karşılık verdi.
''Başardık, Bilmiş Kız*'' 
''Başardık Yosun Kafa.''
Percy sırıtmaya devam ettiğinde Annabeth gözlerini devirdi. ''Percy Jackson, beni öpmeyi planlıyor musun yoksa bütün kalabalığa öp diye tezahurat mı yaptırayım?''
''Ha, evet, doğru. '' Percy uzanıp Annabeth'in dudaklarına masumane bir öpücük bıraktığında Annabeth Chase ellerini onun boynuna dolayıp dudaklarını onunkine bastırdı. Annabeth geri çekilirken gülümsemeden edemedi.
''O rujun tadı çok iğrençti.'' Percy yüzünü buruşturdu.
''Şey...o kadar da değil- ööğk.'' Annabeth kahkalar atarken Kheiron'a baktı. Kheiron'un yüzünde çılgın bir ifade vardı. *Piç smile da denebilir* 
''Eğlence başlasın!'' 
Annabeth o elbiseyle sadece yarım saat rahatça gezebilmişti. Yarım saat sonra elbiseyi çıkarıp üstüne kamp tişörtüyle şortunu giymiş ve eğlencelere öyle devam etmişti.
Eğlenceler gerçekten eğlenceliydi. Öncelikle pasta kesmişlerdi. Percy'nin övdüğü kadar güzel olan pastayı yerlerken Percy çatalı neredeyse Annabeth'in burnuna soksa da durumu toparlamışlardı. Daha sonra mavi pastanın yarısını Percy yemişti. 
''Mavi olduğu için yiyorum.'' demişti Percy. ''Her yerde mavi pasta bulamıyorsun.''
''Tabii,'' demişti Annabeth de. ''Pasta mavi olmasa bir dilim bile yemezdin zaten.''
Percy ona sırıtırken önüne aldığı iki kişinin zor yiyeceği pasta dilimini yemeye devam etmişti. Sonunda herkes tıka basa doyduğundaysa devreye Apollon melezleri girmişti.
Normalin aksine çok güzel ve enerjik şarkılar çalındığında Annabeth gerçekten de delicesine dans etmişti. Ama en az Frank Zhang kadar eğlencelere sonradan katılan ve Hazel'ın zoruyla oraya gelen Nico ile Reyna kadar garip dans ettiğine emindi.
''Dans etmek istemiyorum.'' demişti Reyna.
''Bayan O'leary ve ben otursak daha iyi olur.'' demişti Nico. O sırada yanlışlıkla bir sincaba dönüşüp tekrar insan olan Frank de onları başını sallayarak onaylamıştı.
''Bu dans başımı döndürüyor.''
''Susun ve dans edin!'' Piper Mclean, büyükonuş gücünü devreye soktuğunda Annabeth'in de dahil olduğu birçok kişinin tereddütü yok olmuş, delicesine dans etmeye başlamışlardı.
''Seni çok seviyorum Bilmiş Kııııız!'' Percy ile ikisi sürekli döndükleri için ikisinin de beyni sulanmıştı. 
''İçki mi içtin sen?'' diye bağırdı Annabeth. ''Daha evlendiğimiz ilk günden alkolik olamazsın Percy Jackson!''
''Sadece bir kadeh içtim! Connor ve Travis etkilemeyeceğini sööööyleeemiştiii!'' 
''VE SEN DE BUNA İNANDIN MI YOSUN KAFA?'' Annabeth sonunda onun ellerinden kopup poposunun üstüne oturduğunda bir yandan gülerken ona baktı. ''Tabii ki!''
Bir ara Leo Valdez tişörtünü alev aldırarak kızların arasında dolaşmaya başladı. Fakat daha sonra onun yeni kız arkadaşı Kalipso onu fena halde azarlayıp bir kenara çektiğinde kızlar kendilerine başka eğlenceler bulmak zorunda kaldılar. Mesela Ares melezlerinin kafalarına taş atıp atmamış gibi davranmak gibi. Clarisse bir ara birini kovalamaya başladığında devreye Kheiron girmek zorunda kalmış olsa da sonra durumu toparladılar.
Tam daha ne kadar delirebiliriz, diye düşünüyordu ki birisi bütün müziği kesti. Annabeth ve Percy de ayağa kalkıp herkes  etrafa baktığında ikisi de neredeyse tekrardan yere düşeceklerdi. Kheiron'un durduğu yerde iki tanrıça vardı.
''Anne?'' dedi onların biraz ilerisinde duran Piper.
''Hera?'' dedi ağzından salya akan Percy. Bir yandan da gülmeye devam ediyordu. ''Ay, demek düğünümüze geldiniz! Çok tatlısınız!''
Annabeth Percy'ye tokat atmamak için kendini zor tuttu.
Herkes arasında fısıldaşmaya ve gülüp saçma hareketler yapmaya başlayınca işler karıştı.
''SİZE BENİ DİNLEYİN DEDİM AVANAKLAR!'' Tanrıça Hera, muhteşem çığlığıyla herkesi sustururken Afrodit öksürerek boğazını temizledi.
''Bakın, burada evli bir çift var! Saat neredeyse gece yarısını geçmiş ve siz hala bu çocukların odalarına... her nerede kalıyorlarsa orada kalmalarına izin vermiyor musunuz? Ayrıca bu çocuklar nerede kalacaklar?''
''Poseidon kulübesinde kalmasınlar!'' diye bağırdı birisi. ''Gece o sesleri duymak istemiyorum.''
Bütün kamp gülüşmeye başlarken Annabeth dişlerini sıktı. Bunu söyleyeni tabii ki tanıyordu.
''Travis ya da Connor, ikinizi de öldürmemi istemiyorsanız çenenizi kapasanız iyi olur.'' Bu sefer kimse gülmedi. 
''Karar verildi!'' diye bağırdı Afrodit. ''Poseidon kulübesinde kalacaklar. Şey, yalıtım yaptıracağız tabii ki.''
''Şimdi, herkes yatağa! Bir de canavar öldürüp dünyayı kurtaracaksınız. Aptallar!''  
Herkes dağılırken Afrodit ve Hera bir beşlik çakarken Percy kahkaha atmaya başladı. ''Aa, el sıkışıyorlar!''
Hera gözlerini devirdi. ''Dionysus, şu çocuğu ayıltır mısın?''
Percy bir anda silkelenip kendine gelirken Annabeth'e bakıyordu. ''N'oldu? Evlendik mi?''
''Seni cidden öldüreceğim Yosun Kafa.'' dedi Annabeth. Percy başını ovalarken Hera tekrardan konuştu.
''Tabii, bunu bu ge-''
''Eğer şimdi susmazsan sana bir heykel dikmeyeceğime tanrılar üzerine yemin edebilirim Hera. ''
Afrodit kıkırdadı. ''Bana ikinci heykeli dikecek!''
''Ne? Bana da yapıyorsun!''
''İkiniz de susup kamptan gider ve bizi rahat bırakırsanız ikinize de ikişer tane heykel yapacağım. Şimdi lütfen gidin. ''
''Ama önce ben istedim!''
''SİZE GİDİN DEDİM! HEMEN.''
İki tanrıça da homurdanarak aniden yok olurken Annabeth başını çevirip Percy'ye baktı. Poseidon'un oğlu saçlarını karıştırdı.
''Bir daha içki içmeyeceğim.''
''İyi edersin. Her neyse, yürü, Poseidon kulübesine gidiyoruz.'' 
İkisi hızlı adımlarla onlara gizli gizli bakıp sırıtan kampçıların arasından geçip Poseidon kulübesine girdiklerinde Annabeth iç çekti. Kendini gidip Percy'nin artık ne işaretse  iki kişilik olmuş yatağına atarken kafasına yastık geçirdi.
Percy de yatağın ucuna oturup ıslık çalmaya başladığında Annabeth başını yastığın altından çıkarıp ona baktı.
''Şey... evlendik yani.'' dedi Percy.
''Evlendik.''
''Şey... hani şimdi...''
''Percy.'' dedi Annabeth sıkıntıyla. ''Söyle gitsin.''
''E şimdi ne yapacağız yani!'' Percy bunu bir çırpıda söyleyince yüzünü buruşturdu. ''Yani şey mi, hani şey...''
''Evet.''
''Nasıl olacak o?''
Annabeth başını çevirip yazarın bakış açısı olan tarafa baktı. ''Önce şu yazardan kurtulalım ve yalnız kalalım, sonrasını düşünürüz.''
Yazar sinsi bir sırıtmayla ona el salladı. ''Percy'nin kıçını tekmele Annabeth!''
Annabeth kamerayı kenara iterken her yer yazar için karardı fakat yazar ve okuyucular olayın devamını tabii ki tahmin ettiler.
-son-



Share:
Read More