Hoş geldiniz!

Bir kalbi sevindirmek, bu dünyaya bırakabilecek en güzel hediyedir.

22 Ekim 2016 Cumartesi

, ,

Baykuşun Büyüsü

Baykuşun Büyüsü 





ÖZET: Baykuşun kadını barışı ya da savaşı sağlayacak.
Takip edeni baykuşun büyüsü getirecek.
Düşmanın kızı gücünü feda edecek.
Ve düşmanla dost birleşecek.
Bir Olimpos'un Kanı senaryosu.
DERECE: Yeşil
KATEGORI: Hayran Kurgu > Kitap > Percy Jackson & Olimposlular
KARAKTERLER:
UYARILAR: Spoiler
KOLEKSIYON: Hiçbiri
HIKAYE DIZISI: Sen öl, ve sen de öl, herkes ölsün!
BÖLÜM: 2 | BITMIŞ: Hayır | SÖZCÜK: 3384 | OKUNMA: 12195
YAYINLANMA: 19.07.14 | GÜNCELLEME: 22.07.14

I
Annabeth

Annabeth, tanrıların bu kadar gaddarlaşacağını düşünememişti. 
Daha önce tanrıların yaptığı birçok kötülükle karşı karşıya kalmıştı. Hera, Olimpos'un Kraliçesi, Percy'yi hiç haber vermeden alıp Jüpiter Kampı'na göndermiş, Annabeth'ten tamı tamına sekiz ay ayırmıştı. Tam kavuştular derken bu sefer de Annabeth'e imkansız bir görev verilmişti: İki bin yıldır kayıp olan heykeli, Athena Parthenos'u bulmak. Annabeth bu göreve gittiğinde, sonunda heykeli bulduğunda sonunda bittiğine sevinmişti. Ama hayır, yine bitmemişti. Arakne, Tartarus'a düştüğünde Annabeth ve Percy'yi de peşinden götürmüştü. 
Annabeth ve Percy buradan da kurtulmayı başarmışlardı. Sonunda Yunanistan'a varmış, Gaia'yla yüzleşmeye hazır olduklarını düşünmüşlerdi. Annabeth önlerine hala büyük zorluklar çıkacağını biliyordu. Birçok gigantla, uyandığında yenilemeyecek kadar güçlü olan Gaia'yla karşılacaklarını biliyordu.
Ama hayır, böyle bir şeyi beklemiyordu. Bu kadar kötüsünü beklememişti.
Önlerine Annabeth'in adını bile bilmediği bir canavar çıktığında Annabeth ne yapacağını şaşırmıştı. Annabeth neredeyse bütün canavarların ismini bilirdi! Melez Kampı'na ilk geldiği günden beri çalışıyordu. Her gün okuyor, araştırıyordu.
Onun bile bilmediği bir canavarsa...
Annabeth korkmaması gerektiğini hatırlattı kendine. Belki de Romalıların zamanında görülmüş bir canavardı? Yunanlılar zamanında hiç olmayan bir canavar. Evet, bu mümkün olabilirdi. Arkadaşları Frank, Hazel ya da Jason bu canavarı tanıyor olabilirdi. Böylece zayıf noktasını bulup onu öldürürlerdi.
''Bu ne biçim bir canavar?'' diye sordu Frank şaşkınlıkla.''Hiç böyle bir şey görmemiştim.'' 
Canavarın tarifi zordu. Hem ayağı vardı, hem de bir kuyruğu. Deniz-adam mıydı? Annabeth hiçbir deniz adamın altı metre olmadığına emindi.
Pullu kuyruğu ve bacakları yemyeşildi. Göğsünde diğer canavarların aksine hiç kıl yoktu. Ya da varsa da üstüne giydiği kısa kollu tişört bunu örtüyordu. Yüzünde dehşet bir ifade vardı. Oraya geldiklerinden beri canavar hiç ağzını açıp konuşmamıştı. Teni, yazın bütün gün güneşlenmiş Floridalılara benziyordu. Simsiyah gözleri, kasılmış çenesi ve büyük burnu da durumu iyileştirmiyordu. Hele saçları...
Saçları bembeyazdı. Kar beyazı. Üstlerinde paralar vardı, ama saçları açıktı. Elinde bir tür mızrak tutuyordu. Annabeth bunu bir üçlü yabaya benzetti.
''Babam Titan savaşında onun dahi hatırlayamadığı deniz canavarlarının saldırdığını söylemişti.'' dedi Percy kılıcı Dalgakıran'ı çekerken.''Onlardan birisi olmalı.''
''Ayrılmayın.'' dedi Hazel. O da spathasını çekmiş, her an canavarın üstüne atlayacak şekilde konumlanmıştı. Annabeth Percy'nin yanında yerini aldığında canavar onlara doğru bir adım attı. Geniş avluda ayak sesi duyulduğunda melezler de bir adım geriye gitti.
''Çok güzel, Percy Jackson.'' Canavarın sesi keskin bir kılıcı andırıyordu. Tıpkı Kronos gibi, diye düşündü Annabeth. Ama böyle bir şey mümkün olamazdı. Kronos havaya karışmıştı.
Canavar koyu renk gözlerini Annabeth'e çevirdi. Yüzünde sinsi bir gülümseme vardı.''Sana da aferin, Athena'nın kızı. Tartarus'ta zekandan bir şey kaybetmemişsin.'' 
''S-sen havaya karıştın.'' dedi Percy.''Luke kendini feda ettiğinde yok oldun.''
''Neyden söz ediyorsun?'' diye sordu Hazel şaşkınlıkla.''Bu canavarı tanıyor musun?''
Kronos güldü.''Bu kadar saf olduğunu bilmiyordum. Öğrendiğim iyi oldu. Hem, beni arkadaşlarınla tanıştırmayacak mısın?'' 
Percy dişlerini sıktı.''Kronos.'' 
Percy'nin sözleri odada bomba etkisi yaratırken melezler korkuyla birbirlerine baktı. Titan kralıyla nasıl savaşacaklardı? Sonra Annabeth'in kafasına dank etti. Titan kralı kendi bedeninde değildi. Eğer öyle olsaydı, Annabeth de dahil odadaki herkes çoktan toza dönüşmüş olurdu.
''Kendi bedeninde değilsin.'' dedi Annabeth elindeki hançeri daha da sıkı tutarak.''Bir canavarın bedenini ele geçirmişsin.''
Kronos'un yüzünde acımasız bir ifade oluştu.''Ölümlülerin bedenlerinin çok zayıf olduğunu öğrendiğimden beri daha iyi bedenler seçmeye karar verdim. Eski bir deniz canavarı. Oldukça güçlü. Hem karada yaşayan, hem de denizde. Şimdi bana karşı nasıl bir üstünlüğün olacak bakalım, Percy Jackson! Seni lime lime edeceğim.''
Percy ofladı.''Pekala, başa döndük demek. Sen yenilmekten sıkılmadıysan ben de seni yenmekten sıkılmadım.''
Annabeth Kronos'un öfkelenmesini bekledi. Ama Kronos bunun yerine acı acı güldü. Neyin peşindeydi? Annabeth o kadar şok olmuştu ki bir şey düşünemiyordu. 
''Seninle savaşmayacağım, Poseidon'un oğlu. Bunun yerine müritlerim seni öldürecek.'' 
''Ne o, korktun mu yoksa?'' diye sordu Percy. Annabeth onu sinirlendirmeye, hata yapmaya yönlendirdiğini biliyordu. Ama Kronos aynı hatayı tekrarlayacak kadar aptal olamazdı. 
Keşke öyle olsaydı, diye düşünmeden edemedi Annabeth.
''Yine görüşeceğiz, Poseidon'un oğlu. O zaman, seni kendi ellerimle öldüreceğim. Kafanı da babana hediye olarak yollayacağım.''
''Bu benim fikrimdi ama!'' diye itiraz etti Percy.''Hem benim kafam Medusa kafası insanları kör etmiyor. Daha iyi bir hediye yollaman gerekecek.''
''Şimdi hayatta kalmaya bak, Poseidon'un oğlu. Belki bana gerek kalmaz, müritlerim seni öldürür? Sizden biri ölmeden onları öldüremeyeceğine göre... Eh, bana gerek kalmayacağı kesin.'' Titan kralı bunu der demez arkasını döndü ve avludan yürüyüp çıktı. O çıkarken de etraftan yedi tane mızraklı canavar fırladı. Etrafları sarılmıştı.
''Mini-Kronoslar mı?'' diye sordu Leo. Annabeth onun ortamı rahatlatmaya çalıştığını biliyordu ama sesinin titremesinden ne kadar korktuğunu da anlayabiliyordu. Yine de Leo bozuntuya vermedi.''Peki, hadi bakalım, Mini-Kronosları öldürelim.''
Canavarlar tıpkı Leo'nun dediği gibi Kronos'un ele geçirdiği bedene benziyorlardı. Tek farkları vardı, bu canavarların boyları üç metreydi. 
''Teke tek?'' diye sordu Percy.''Öff be.''
''Falanks düzeni!'' diye bağırdı Annabeth.''Herkes sırt sırta versin. Ayrılmayın.''
''Bu durumda elimizde kalkan olması gerekmez mi?'' diye sordu Percy şaşkınlıkla.
''Başka çaremiz yok!'' diye cevapladı Annabeth.''Diğer türlü hepimiz kızartmaya döneriz.''
Canavarlar sırayla gelirken Annabeth hançerini eline aldı. Bir yanında Percy, diğer yanında Frank vardı. Frank anında bir ejderhaya dönüştüğünde Annabeth ona imrenerek baktı. Keşke o da bir ejderhaya dönüşebilseydi, diye düşündü. Bir hançerle üç metrelik bir canavara saldırmak pek de kolay olmuyordu.
Annabeth ona doğru gelen canavarın darbesinden kaçmak için eğildi. Mızrak onu teğet geçerken yere yuvarlanıp canavarın dibine girdi. Hançerini canavarın tam karnına batırdığında canavar inledi ve mızrağını oraya buraya salladı. Annabeth  o anda falanks düzeninin çok da iyi bir fikir olmadığını fark etti. 
''Dağılın!'' diye emretti Annabeth.''Dikkatlerini ancak böyle dağıtabiliriz.''
Annabeth'in hançerini batırdığı canavar öfkeyle ona doğru koşarken Annabeth Yankees kepini ne kadar özlediğini fark etti. Ama o hala 2. Argo'daki kamarasında, kullanılmaz bir halde bekliyordu.
Annabeth üstüne gelen canavardan kurtulmak için sola kaçtı, böylece canavar da mızrağını duvara sapladı. Canavar mızrağını duvardan çıkarmaya çalıştı fakat mızrağı sıkışmıştı. Canavar acayip sesler çıkarırken Annabeth onun altından çıktı. Hançerini boylu boyunca sırtına geçirirken canavar inledi. Ama toza dönüşmedi. Annabeth içinden bir küfür savurdu. 
Ama imdadına Percy yetişti. Dalgakıran'ı canavara geçirip sırtını boydan boya biçerken canavarın önüne dönme fırsatı olmamıştı. Canavar toza dönüşürken Annabeth Percy'ye gözleriyle teşekkür etti. Percy tamam anlamıyla başını salladığında ona doğru yaklaşan başka bir Mini-Kronos'a saldırdı. Annabeth ona yardıma gitmek isterdi fakat arkadaşlarının durumu daha kötüydü. 
Bereket boynuzuyla canavarın yüzüne meyveler fırlatan Piper köşeye sıkışmıştı. Annabeth elinde hançerinin olmadığını gördü. Annabeth hızla canavarın baldırına hançerini geçirdi. Canavar inleyerek Piper'ı bıraktı fakat bu sefer de Annabeth'in peşine düştü. Canavar Annabeth'in düşündüğünden de hızlıydı. Annabeth saliselik bir dönüşle canavarın mızrağından kurtulduğunda artık işlerinin hiç de kolay olmayacağından emindi.
''Hey, salak şey!'' diye bağırdı Piper.''Denizde pek elma yemeye fırsatın olmadığını duymuştum. Biraz ister misin?''
Piper onun yüzüne elmalar fırlatmaya başladığında Annabeth de canavarın sırtına çıktı. Canavar hem Annabeth'i sırtından atmaya çalışıyor, hem de Piper'ın elmalarından kaçmaya çalışıyordu. Annabeth hançerini batırdığında canavar inleyerek onu geriye fırlattı. Neyseki Annabeth zamanında dengesini sağlayabildi. Aksi takdirde duvara toslayacaktı.
Annabeth bunun hiç de iyi bir his olmadığından emindi.
Tekrar canavara saldırmaya yönelmişti ki canavarın elinde bir şey gördü. Bu Piper'dı. Onu boynundan tutup havaya kaldırmıştı.
Piper çaresizlikle ''Jason!'' diye bağırdı. Jason şaşkınlıkla ona döndüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı. Ama savaştığı canavarın onu ileri ittiğini görememişti. Jason ileri fırlarken son anda havayı kontrol etti dengesini sağladı. Kılıcını sımsıkı tutarken canavara saldırıya geçti. 
Annabeth Jason'ın yerini alıp canavara saldırmaya yelteniyordu ki aslında canavarların hiçbirinin ölmediğini fark etti. Öldürdükleri yerde tekrar doğuyorlardı.
''Bunlar ölmüyorlar!'' dedi Leo. Her yeri alev almıştı ve elindeki çekici canavara sallıyor, mızrak darbelerinden kaçmaya çalışıyordu. 
''Tekrar kapıları açmış olabilirler mi?'' diye sordu Hazel.''Aman tanrılarım...''
''Tozlarını dağıtmamız gerek. '' dedi Jason.''Suya ihtiyacımız var!'' Percy önündeki canavara kılıcını saplayıp geri çektiğinde canavar toza dönüştü. Fakat anında tekrar doğuyordu.
''Evet, sanırım fena bir fikir olmaz.'' Percy gözlerini kapatıp odaklanırken Annabeth de onu koruyordu.
Elinden geldiğince.
Kronos'un çıktığı yerden içeri su dolduğunda derin bir nefes aldı. Su ayaklarının altına girdap gibi dönerken Annabeth'in en son umursadığı şey ayakkabılarının ıslanmasıydı.
Fakat bunun daha da kötü bir fikir olduğunu fark etti. Su onlara can veriyordu. 
''Kahretsin, Percy, suyu hemen çek. Bu onları daha da güçlü yapıyor!'' diye bağırdı Annabeth. Percy önce afalladı, sonraysa hemen suyu avludan dışarı çıkarttı. Neyseki canavar tozları dağılmış gözüküyordu. Geriye dört tane canavar kalmıştı. Yedi melez bu canavarları haklayabilirdi. Evet, kesinlikle.
Ama her şey ters gitti. Arkadaşları yorulmuştu. Artık bir canavara karşı iki kişi savaşıyorlardı. 
Annabeth o an onları yenmenin bir yolu olmadığını fark etti. En azından savaşarak bu canavarları yenemeyeceklerdi.
''Başka bir yolu olmalı,'' diye düşündü.''B-''
O kadar dikkati dağılmıştı ki ona arkasından yaklaşan canavarı fark etmemişti. Karnında büyük bir acı hissetti. Önce bedeni bir demir külçesine dönmüş, sonraysa bir pudinge dönüşmüş gibi hissediyordu. Ciğerleri oksijen için yalvarırken dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti. Yere düşerken Percy'nin onun adını haykırdığını duydu. 
Bedeni şok dalgasıyla titrerken kesik kesik nefes alıyordu. O anda kafasına dank etti. Sizden biri ölmeden onları öldüremeyeceğine göre... Eh, bana gerek kalmayacağı kesin, demişti Kronos. Tabi ya, diye düşündü. Bu canavarların zayıf noktası buydu.
Kan.
Annabeth'in bedeni titrerken Percy'nin yüzünü gördü. Percy başını onun dizlerine yatırırken Annabeth gri gözlerini ona çevirdi.
''Kan.'' sesi fısıltılı çıkmıştı.''Onları öldürecek şey kan. Zayıf noktaları bu.''
Percy şaşkınlıkla ona bakarken cebinden bir parça nektar çıkartıp Annabeth'in ağzına döktü. Annabeth nektarı zoraki bir şekilde içerken Percy'nin onu dinlemediğini fark etti. 
''Percy.'' dedi zoraki bir sesle.''Kan. K-kanım. Lütfen.''
''Duymak istemiyorum.'' dedi Percy.''Seni iyileştirmemiz gerek.''
Annabeth bedeninden gücün çekildiğini hissedebiliyordu. Fazla zamanları yoktu. Ona saatlerce onu bırakmak istemediğini, ölmek istemediğini anlatmak istiyordu. Ama vakitlerinin olmadığı biliyordu. Çok uzun dayanamayacağını...
''Percy...Se-seni seviyorum.'' diye mırıldandı. 
''Böyle konuşma, lütfen.'' dedi Percy başını iki yana sallayarak.''Ölmeyeceksin. Ölemezsin!''
''Ölmek istemiyorum.'' dedi Annabeth. Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki Percy'nin duyup duymadığından emin bile değildi.''Seni bırakmak istemiyorum.''
''Bırakma o zaman.'' dedi Percy gözleri kızarırken.''Sensiz yaşayamam Annabeth, lütfen.''
Biliyorum, biliyorum Yosun Kafa, demek istiyordu Annabeth. Ama hali yoktu. Yutkundu. Ağzında oluşan metalik tadı unutmaya çalıştı.
Hayır, bayılmayacağım, dedi kendi kendine. Bayılmayacağım.
''Yapmak zorundasın,'' dedi ciddi bir sesle.''O-onları yenmek zorundasın. Yapabilirsin, Percy. S-sen tanıdığım en güçlü melezsin.''
''Sensiz yapamam.'' diye fısıldadı Percy.''Sensiz hiçbir şey yapamam ben.''
''Yapabilirsin,'' diye mırıldandı Annabeth. Gözlerinin önü kararıyordu. Bedeninin soğuduğunu, kalp atışlarının yavaşladığını hissetti. Ölüyordu. 
''Yapabilirsin, Percy. Başarabilirsin.'' diye fısıldadı Annabeth. 
''Annabeth, lütfen.'' dedi Percy hıçkırıklarının arasında.''Lütfen.''
''Seni seviyorum.'' diye fısıldadı Annabeth gözleri kararırken. Son duyduğu ses Percy'nin hıçkırıklarıydı. Annabeth tamamen karanlığa düşmeden içine son kez bir nefes çekti. Percy'nin deniz kokusunu, yeraltında bulamayacağı o güzel kokusunu...
Ve son kez nefesini dışarı bıraktı. Bedenindeki bütün güç çekildi. 
Onca zorluktan, acıdan sonra böyle basitçe ölmek, diye düşündü. Çok kötü oldu.
Annabeth, böyle ölmeyi hak etmediğine emindi.
II
Percy



Percy, o an ölmek istiyordu.

Kollarındaki Annabeth'e baktı. Sarı kıvırcık saçları terden yüzüne yapışmıştı. Gözleri kapalıydı, turuncu renk Melez Kampı tişörtü kanlar içinde kalmıştı. Teni bembeyazdı. Hareket etmiyordu. Adeta bir bez bebek gibiydi.

Bez bebek gibi cansız, diye düşündü Percy.

Percy kılıcı Dalgakıran'ı çıkartıp kendini oracıkta öldürebilirdi. Annabethsiz bir saniye geçirmeye tahammülü yoktu. Onunla tekrardan birlikte olmak için bir sürü savaş vermesi gerekmişti. Kötü kalpli bir titanı yenmesi, Gaia ve gigantlarla uğraşması... Daha savaşı bitip mutluluğu göremeden kaybetmişti oysa onu. Bu adil değildi. 

Acımasızdı. Hayatı, yaşadıkları... Hiçbiri adil değildi. Percy kader tanrılarından nefret ediyordu. Niye her şey bu kadar zor olmak zorundaydı ki?

Gözlerini kırpıştırdı. Bunun bir rüya olduğuna inanmak istiyordu. Böyle bir şey gerçekleşmemişti. O 2.Argo'daki kamarasında salya akıtarak uyuyordu. Sabah uyandığında Annabeth'i görecekti. Beraber kahvaltı yapacaklardı, sonra başka maceralara yelken açacaklardı. 

Percy onsuz Gaia'ya karşı ayakta duramazdı. Onsuz hiçbir şey yapamazdı. Her zaman yanında o vardı. Melez Kampı'ndaki ilk gününde bile. İlk savaşında, ilk kaybında, ilk korkusunda...

Ölümcül hatası. Arkadaşlarına bağlılığı. Athena'nın sözlerini hatırladı Percy. Onları kurtarmak için her şeyi yapardı. Peki onları kaybettiğinde ne yapardı? 

Annabeth sadece onun kız arkadaşı değildi. Styks nehrinde onu hayata bağlayan ipiydi. Onsuz yaşayamazdı. Bu mümkün olamazdı.

Arkadaşlarının ağır adımlarla yanına doğru geldiğini gördü. Piper'ın Jason'ın boynuna yatıp hıçkıra hıçkıra ağladığını gördü. Hazel gözleri yaşlı, şok olmuş bir şekilde olanları seyrediyordu. Leo ve Frank ise şaşkın şaşkın bakıyordu. Kimse bir şey anlamamıştı.
Çok hızlı olmuştu. Saniyeler içinde. Percy'nin onu korumaya fırsatı olmamıştı. Kimse fark edememişti ki...

Percy de şok olmuştu. Annabeth Chase, iki bin yıldır Athena Parthenos'u gören ve onu kurtaran ilk melez, Olimpos'un mimarı, Percy'nin kız arkadaşı, her şeyi, ölmüştü. 
Annabeth ölmüştü.

Percy oraya doğru uçan bir cisim gördü. O kadar afallamıştı ki ona karşılık vermeye çalışmadı bile. Yaklaştığında uçan şeyin bir baykuş olduğunu fark etti. Kızıl renkteki kısa tüyleri, insanı delip geçen gri rengi gözleri vardı. Baykuş pike yapıp Annabeth'in elinin yanına, yere kondu. 
''Athena?'' dedi Percy boğuk bir sesle. Baykuş Annabeth'in elini didikledi. Sanki onu bir yere götürmek istiyordu? 

Percy ondan ayrılmayı hiç istemiyordu. Elinde olsa onu ölene kadar yanından ayırmazdı. Ama şu anda başlarında daha büyük bir bela vardı. Percy onun intikamını alacaktı. Ne olursa olsun, Çamur Surat'ı uykusuna yatıracak, bu savaşı durduracaktı. Sözünü tutacaktı.

Annabeth'e sımsıkı sarılıp ağladı. Başını saçlarına gömdü. O güzel kokusunu içine çekti. Bir daha bu kokuyu alamayacağı düşüncesi içini yakıyordu. Gerçekten, Percy onsuz ne yapacaktı?

Annabeth'in alnına minik bir öpücük bıraktı. O sırada bakışları Annabeth'in boynundaki kolyeye döndü. Tamı tamına on boncuk, babasının yüzüğü ve Percy'nin ona hediye ettiği mercan kolye.

Elini Annabeth'in belinden çekip boynundaki kolyeyi çıkarttı. Kolyeyi avucuna alıp sıkarken Annabeth'in kulağına eğildi.

''Sözümü tutacağım, Annabeth. Başaracağım. Sana yaptıklarının intikamını alacağım.'' Geri çekilip baykuşa evet anlamında başını salladı. Baykuş üzgün üzgün Annabeth'e bakarken bir anda ışıldamaya başladı. Ardından tamamiyle bir ışık hüzmesine dönüştü. Bu ışık Annabeth'in etrafını sardı. Annabeth Percy'nin kollarında tıpkı baykuş gibi bir ışığa dönüştü ve ışık baykuşun geldiği yoldan yok oldu. Geriye sadece tuzlu zeytin kokusu ve bir şişe kalmıştı.

Percy şişeyi eline aldığında şişenin içindekinin kan olduğunu fark etti. Annabeth'in kanıydı. Percy içini bir öfkenin sardığını hissetti. Annabeth'in kolyesini pantolonun cebine koydu ve yerinden doğruldu.
Percy'nin üstü kanlar içindeydi. Percy buna bakarken dişlerini sıktı. Elini cebine atıp Dalgakıran'ı çıkarttı. Canavarlar onlara saldırmamıştı. Annabeth öldüğünden beri. Athena onlara vedaşlamaları için zaman tanımış olmalıydı.

''Herkes geri çekilsin.'' dedi Percy soğuk bir sesle.

''Ne?'' dedi Frank şaşkınlıkla.''A-ama-''

''Herkes geri çekilsin dedim!'' diye kükredi Percy. Bunun üzerine Jason onlara geri gitmelerini işaret etti. Arkadaşları geri çekilirken Percy şişeyi açtı ve kanı Dalgakıran'ın üstüne döktü. Su yeşili gözleri önündeki canavara döndü.

''Demek ölmek istiyorsunuz?'' dedi Percy monton bir sesle.''Büyük bir zevkle sizi öldüreceğim.''

Percy bağırarak ilk canavara saldırdı. Dalgakıran'ı canavarın göğsüne saplayıp geri çektiğinde canavar toza dönüştü. Canavar tekrar oluşmamıştı. Percy bir saniye bile beklemeden onun yanındakine saldırdı. Canavar mızrağını kaldırıp karşı koymaya çalıştı fakat Percy bu darbeden rahatça sola kaçıp canavarın bacağını biçti. Canavar acıyla inlediği sırada bu sefer kılıcını canavarın omzuna batırdı. Canavar da arkadaşı gibi toza dönüşürken Percy şişedeki kanı tekrardan kılıcına döktü. Diğer canavara saldırırken aklında onları yok etmekten başka bir fikir yoktu.

Saniyeler sonra odadaki bütün canavarlar yok olmuştu. Şişedeki kan bitmiş, tehlike geçmişti. Şimdilik, diye düşündü Percy. Şimdilik.

İçini kavuran öfke duygusuyla bağırdı.''Bunu ödeyeceksin Gaia! Styks nehri üzerine yemin ederim ki Annabeth'in intikamını alacağım. En sevdiğin oğullarını Tartarus'a yollayacak, seni de o kış uykuna yatıracağım!''

Sesi avluda yankılanırken Percy arkasını dönüp arkadaşlarına baktı. Her birinin yüzünde korku ifadesi vardı. Percy o anda ne kadar vahşi göründüğünü umursamıyordu. 

Korkuyor muydu? Hayır. En büyük korkusunu elinden almışlardı zaten. Öfkeli miydi? Evet. Gaia en büyük hatasını yapmıştı. Artık Percy'nin onu yenmekten başka amacı yoktu.

''Hadi,'' dedi arkadaşlarına.''Yapacak çok işimiz var.''

Ardından yürüyüp avludan dışarı çıktı.
Share:

0 yorum:

Yorum Gönder