Hoş geldiniz!

Bir kalbi sevindirmek, bu dünyaya bırakabilecek en güzel hediyedir.

18 Kasım 2016 Cuma

, ,

Sonsuza kadar, seni seviyorum.


  Yazım Tarihi: 24.08.2013 
Ölümden çok korkardım. Oysa bu kadar mutlu bir şekilde öleceğim hiç aklıma gelmezdi.
- - -
Beni anlamak için yaşamalısın derler ya hani, doğruymuş. Bazı olayları sadece yaşayanlar anlarmış. Diğerleri anladıklarını zanneder, fakat aslında hiçbir şey anlayamazlarmış. Onun kadar sevinip, üzülemezlermiş. Mutlu oldukları anlarda, çok mutlu oldum senin adına demekten başka, ya da senin için çok üzgünüm demekten başka bir şey bilemezlermiş. Çünkü hissedemezlermiş. Hissedenler, sadece yaşayanlar imiş. Tıpkı, benim yaşadıklarımı anlayamadıkları gibi.
Elimle göz yaşlarımı sildim. Bu odada, karanlıkta yapayanlız otururken, yaşadıklarımı benden başka kim anlayabilirdi ki? Etraftaki kolileri neden hala açmadığımı, ışığı neden yakmadığımı ya da neden ağladığımı? Anlayamazdı işte... Anlayamazdı.
İnsanlar yaptıklarımdan dolayı bana 'deli' diyordu. Deli ne demekti ki? Aklı yerinde olmayan, kafası karışık ya da aptal mı? İyi de, benim kafam karışık değildi ki. Sadece... Sadece... Gözlerimi kapattım. Yüzümün hep akan göz kalemim olduğunun farkındaydım. Hatta üstüme bile dökülmüştü. Fakat üstümdeki elbise de siyahtı. Derin göğüs dekoltesi olan straplez, minicik elbise dün akşam bara giderken üstümdeydi. Hala da çıkarmamıştım. Daha doğrusu, çıkarmak istememiştim. Siyah karanlıkta parlamaz. Hem gözlerimi de rahatsız etmez. Neden çıkarayım ki?
Denizi severdim- her ne kadar kendime saklasam da-. Çünkü deniz her zaman bana kendini sevdirmek için bir yol bulurdu. Naz yapan ben olurdum hep. Bana o kadar tatlı baksa da, ben naz yapıp ona bakmazdım. O yine vazgeçmezdi. O hep sadıktı, fakat... ben sadık olamadım.
İlk başlarda beni sessizliğiyle bulmuştu. Kıyısına oturur, elimdeki kitapları okurdum. Arada fon müziği çalardı. Ben de gülümseyerek ona bakar, sonra kitabıma geri dönerdim. Çözemediğim problemlerde ona bakardım. Yüzüne bakar bakmaz sorunun cevabını bulurdum. Fakat hiç teşekkür etmedim ona. Bana değer verdiği için, beni sevdiği için ona hiç teşekkür etmedim. Keşke, edebilseydim.
Sonraları işime karışan bir gıcık oluverdi. Ben denizle tam barışıkken, bu gıcık da nerden çıkmıştı? Artık denizle bağlı kalamaz olmuştum. Çünkü yeni bir bağım vardı, Yosun Kafa.
Percy Jackson. Kalbimi çalan Yosun Kafa'm. Yeşil gözleriyle beni tekrar denize götüren, gıcık çocuk. Nasıl olmuştu da beni kendine aşık etmişti ki? Hayır, ben ona aşık değildim. Ben ona gıcık oluyordum. Sadece buydu, bu. Yanılmıştım, ben ona deliler gibi aşıkmışım meğer. Tıpkı onun bana olduğu gibi.
Zamanla sevimli hale gelen gıcık gülümsemesiyle Percy Jackson, bana her zaman sadık olan erkek arkadaşım... Neden beni bırakıp, o aptal Roma kampına gitmişti ki? Ya da o Reyna denen kızı kendine aşık etmişti? Beni seviyordu işte. Onu en az beni ettiği kadar gıcık etsem de, beni kurtarabilmek için Tartarus'a düştüyse, beni nasıl sevemezdi ki? Seviyordu ve de sevecekti. Ölene kadar... Çünkü o denizdi. Ve deniz, bana hep sadıktı.
Muhtemelen saçlarım keçe gibi olmuştu ve papaz gibi kabarmıştı. Dün akşam için saçlarımı düzleştirmiştim ben oysa. Şimdi ne anlamı kaldıysa... Sanki bir anlamı var gibi. Hiçbir şeyin anlamı yoktu ki, onun bir anlamı olsun. Değil mi?
Sabah olmuş olmalıydı. Panjurlardan içeri sızan ışık, odada loş bir ortam yaratmıştı. Her şey biraz daha netleşmiş, nerede oturduğum daha belli olmuştu. Ayağa kalkmam için bir yerlere tutunmam lazımdı. Fazlasıyla sarhoş olmuştum ve ayakta bile duramıyordum. Uykum geliyordu, fakat canım uyumak bile istemiyordu. İnsan uyumak bile istemiyorsa, ne isteyebilirdi ki?
Düşüncelerimden sıyrılarak arkamdaki koliye kolumu atıp ayağa kalktım. Ayağa ilk kalktığımda biraz sendeler gibi oldum. Ancak kolilerin arkasındaki komidinden destek alarak dengemi sağladım. Neyseki yere düşüp iyice rezil olmamıştım. Rezil olmak ne kadar umrumda olmasa da...
Elimle yanlışlıkla bir çerçeveyi devirmiştim. Gözlerimden yaşlar gelirken güldüm. Bir çerçevenin devrilmesi... ne kadar da önemli olabilirdi ki sanki? Diğer elime ağırlığımı vererek çerçeveyi elime aldım. Sağasağlamdı. Bu onun fotoğrafıydı. Burada ne kadar da mutlu gözüküyordu. Yeşil gözleri etrafa gülücükler saçarken bir elini benim omzumdan atmıştı. Ben de mutlu gözüküyordum. Üzerimizde turuncu renk kamp tişörtleri varken, 16 yaşında hala ölmemişken neden mutsuz olasın ki?
Gözlerimi aynaya çevirdim bu sefer. Gözlerimden akan göz kalemi yüzümü mahvetmişti. Straplez elbisemin üstüne giydiğim bolera omuzlarımdan kayıp kollarıma doğru düşmüştü. Saçlarım ne kadar kıvırcık olmasa da elektriklenmişti. Aynanın etrafındaki desen ne kadar da saçmaydı. Değil mi? Onu hiç modern göstermiyordu bir kere. Üstelik, odaya da hiç iyi bir hava katmıyordu.
''Neden, neden, neden?'' diye tekrarladım fotoğraftaki Percy'e bakarken. Sanki olan her şeyin suçlusu bu fotoğraftı. Burada gülmeseydik o belki de yanımda olacaktı şuan. Bana her zamanki sevimliliğiyle gülümsüyor olacak, ve beni hiç bırakmayacaktı. 
Fotoğrafı aynaya doğru sertçe fırlattım. Ayna parçalara ayrıldığında, kimi parça yere düşmüştü, kimi parça da hala benim berbat yüzümü gösteriyordu. Gözlerimden yaşlar boşanırken yere çöktüm. Etraftaki cam parçaları bacaklarımı çizmişti. Bu canımı yakmalıydı. Oysa benim çektiğim acıyla kıyaslandığında hiçbir şeydi. 
Başımı arkamdaki diğer koliye yasladım. Onu çok özlüyordum. Kendime her baktığımda, her gülümsediğimde o aklıma geliyordu. Onsuz yaşayamazdım ben. O bana gülümsemeden, aptal şakalar yapmadan... Bu olmazdı işte. Onsuz yaşama fikri olamazdı. Herkes ölenle ölünmez, hayat devam ediyor gibi saçmalıklar söylese de olmaz! Çünkü beni ben yapan o. Annabeth Chase'i Annabeth Chase yapan o! O yoksa, benim Annabeth Chase olmam, bu evde onsuz yaşamam neden gereksin ki?
Her şey o kırık cam parçalarının suçu. Eğer camı kırmasaydım, ve bu cam kırıkları bana böyle bakmasaydı bu işe hiç girmezdim. Çünkü, ben o kadar cesur biri değilim.
Yerdeki cam parçalarından birini elime aldım. Artık ağlamıyordum. Günlerdir belki de ilk defa konuşabiliyordum. İlk defa, bir fikrim vardı. Bu fikir ne kadar delice olsa da.
Ona kavuşabilirdim, onunla beraber mutlu olabilirdim. Sonsuza dek, onun olabilirdim. Bu çok basitti. Sadece bu cam parçasını kullanacaktım. Biraz acıyacaktı belki. Ama sonra bütün acılarımı dindirecek ve beni ona götürecekti. 
Gözlerimi kapattım. Ellerimin titremesine engel olamıyordum. Fakat titremenin sebebi korkum değildi, heyecanımdı.  Gülümsedim. Bu iş, artık bitmişti.
Bedenim her dakikada daha da halsizleşiyordu. Artık oturamıyordum bile. Başım kayarak yere düştü. Bileklerimden akan üstüme dökülüyordu. Bu beni ürpertse de onu görmeme çok az vakit kaldığını biliyordum. Her dakika, ölüme daha da yaklaştığımı biliyordum. 
Kulağımda çalan piano bana huzur veriyordu. Uyu diyordu artık. Seni bekliyorum. İşte onu görüyordum. Siyah saçlarını deniz kenarından gelmiş gibi yana atmıştı. Üzerinde turuncu renk melez kampı tişörtüyle bir kot pantolon vardı. Yeşil gözleri aynı hatırladığım gibiydi. O an bir şey fark ettim. Kulağımda çalan müzik Percy'den bana bir hediyeydi. Acı duymamam için, ufacık ama şirin bir hediye...
Onunla yaşadığım her ana döndüm. İlk tanıştığımız güne, onu öptüğüm güne, bana beni sevdiğini anlatmaya çalıştığı geceye, Kano gölüne düşüşümüze ve sualtındaki ilk öpüşmemize. Bunlar artık birer anıydı. Yerine yenilerini bekleyen anılar...
Sonra en acı sahne geldi gözlerimin önüne. Percy'nin öldüğü gece... O gün içimde kötü bir his vardı. Fakat Percy her zamanki gülümsemesiyle ben yanındayken hiçbir şey olmaz demişti. Ne kadar o histen kurtulamasam da, Percy'nin sözlerini dinleyerek o geceki buluşmamızı beklemeye başlamıştım.
Percy beni Athena kulübesinden almaya gelecekti. Ona korkmayacağımı söylemiştim fakat dinlememişti işte. Kendi kendime erkek milleti diyerek gülmüştüm. Şimdiyse keşke izin vermeseydim diyordum. Şimdiyse dediğim, bileklerimi kesmemden önceyi anlatıyor...
Percy gülümseyerek bana doğru geliyordu. Ben de gülümseyerek onu bekliyordum. Fakat bir şey oldu işte... Kim olduğunu göremediğim bir hain onu sırtından bıçakladı. Ve Percy'nin gülümsemesi kesildi. 
Nasıl çığlık atarak Percy'e koştuğumu hatırlamıyordum. Percy'i ters çevirip  elimle yarasına bastırıyordum. Percy gözlerini bana dikmiş tek bir söz bile etmiyordu. Etrafa bakındım. Herkes neredeydi? Çığlıklarımı neden kimse duymuyordu? Hüngür hüngür ağlarken Percy'e baktım. O herkesten farklı olarak bana gülümsüyordu. Hem de hayatımda hiçbir zaman göremeyeceğim kadar tatlı bir şekilde.
''Annabeth, ben seni çok seviyorum.'' dedi kısık bir sesle. Ağlamaktan konuşamıyordum. Elimle dudağını kapattım.
''Konuşarak kendini yorma. Hem bunları boşuna söylüyorsun, sen ölmeyeceksin. Sen beni bırakıp ölemezsin! Anlıyor musun beni? Beni...'' Percy eliyle elimi itti. Yüzü bembeyazdı.
''Ben her zaman yanında olacağım Annabeth.'' dedi Percy gülümseyerek.''Beni sakın unutma.'' 
Güldüm. '' Şapşal şey. Seni nasıl unutabileceğimi zannediyorsun ki?! Seni unutmam o kadar kolay mı?!'' Percy eliyle yüzümü okşadı. Ben de ağlamamaya çalışırken onun yeşil gözlerine baktım. Gülümsüyordu. Bu, onun yaşarken göreceğim son gülümsemesi olacağı aklıma gelmezdi.
''Seni seviyorum.'' dedi kısık bir sesle. Eli yanağımdan kayıp yere düştü. Gitmişti, öylece. Elimi çekip başımı göğsüne yaslayarak ağlamaya başladım. Dakikalarca, hatta saatlerce. Sonra birilerinin beni onun üstünden çektiğini hatırlıyorum. Onlardan kurtulmak için çok uğraşmıştım. Fakat ağlamaktan o kadar halsiz düşmüştüm ki bir kaç çırpınıştan sonra bayılmışım. Tekrar uyandığımda bana onun öldüğünü söyleyen Kheiron olmuştu. Oysa ben ona ben de diyememiştim. Onu sevdiğimi söyleyememiştim.
Olayların üzerinden bir ay geçmeden kamptan ayrıldım. Artık kampta kalamayacağımı biliyordum. Dionysos ya da Kheiron bana izin vermemişti aslında. Fakat onlardan gizlice kamptan kaçmıştım. Gecenin bir yarısı, yapayanlız...
Sonra bu eve gelmiştim. Percy'le evlenirsek bu evde yaşayabileceğimizi düşünüyorduk. Tabi, bunun için daha erken olduğunu düşünüyordum ben, sonuçta 18 yaşındaydık. Evlilik büyük bir sorumluluktu. Ve ben bunu ikimizin taşıyabileceğinden o kadar emin değildim. 
Kalp atışlarımın yavaşladığını hissedebiliyordum. Nefesim yavaş yavaş kısalıyordu. Gözlerim hem ağlamaktan, hem de içeriye dolan güneşten acımaya başlamıştı. Son kez gülümsediğimi hissederek gülümsedim bu sefer. 
''Ben de.'' Son sözlerim olmuştu bunlar. Kalbim artık atmayı bırakmış, bedenim ısınmayı unutmuştu. Ölmüştüm. Annabeth Chase, bu gece, ölmüştü.
Bu sabahın benim için çok farklı bir anlamı vardı. Artık güneş, benim için Elysum'dan doğuyordu. Biliyor musunuz? Buradaki güneş çok daha güzel. Deniz güneşin yanında öyle güzel parlıyor ki... Tabi benim gözüm ondan başkasını görmezken, bunların bir önemi yoktu. Yine de Percy bana bunları anlatıyordu işte. 
- - -
Bu sabahın sadece Annabeth için değil, tüm dünya için çok farklı bir anlamı vardı. Bu gece sadece bir melez değil, bir kahraman ölmüştü. Bu gece, iki bin yıldır gelen en güçlü Athena kızı ölmüştü. Annabeth Chase, Athena Kızı, Melez Kampı'nın beyni, Yedilerin gerçek lideri ve en önemlisi de o iyi kalpli kız bu gece dünyaya gözlerini kapatmıştı. Her ne kadar, mutlu bir şekilde olsa da, dünya ondan kalan izleri sonsuza kadar unutmayacaktı...
-son-

Share:

0 yorum:

Yorum Gönder