Hoş geldiniz!

Bir kalbi sevindirmek, bu dünyaya bırakabilecek en güzel hediyedir.

18 Kasım 2016 Cuma

,

Kim İçin?

---
Yazım Tarihi: 25.08.14
---
Ve sonra kendime sordum. Kimsin? Kim için yaşıyorsun? Kim için savaşıyorsun? 
---
Etrafıma bakıyorum. Annabeth, yaralar içinde olmasına rağmen ayakta durmak için direniyor. Frank Hazel'in yanında onu korumak için duruyor. Kolundaki kesik derin olmalı, akan kan yere şıp diye damlıyor.
Hemen köşede yatan Piper'a, onun yanında ona nektar içirmeye çalışan Leo'ya, sonra da onları korumak için elinden geleni yapan eski Roma yargıcı Jason'a bakıyorum.
Hepsi yaralanmış. Hepsi, kırgın, yorgun ve kesinlikle yaralı.
Kendime bakıyorum. Üstümdeki turuncu renk kamp tişörtüm kanlar içinde kalmış. Kanın bana ait olup olmadığından emin değilim, bütün bedenim uyuşmuş sanki.
Dünya yavaşlamış, bir saniye dakikalara bedelmiş gibi hissediyorum. Bakışlarım tekrardan Annabeth'e dönüyor. Yüzünde dehşete kapıldığını belli eden bir ifade var.
Annabeth her zaman dehşete kapılmaz. Öleceğini ön gören bir kehanetten sonra bile mantığını yitirmez.
Durum o kadar mı kötü? Annabeth'i dehşete düşüren ne?
Korktuğumu hissediyorum. Bir şeyler yanlış geliyor, buna bir son vermek istiyorum.
Annabeth'in belindeki kılıç yarasına gözüm takılıyor. Bir eliyle üstünü kapatmış, o kırmızı sıvı eline de bulaşmış...
Bir şeyler yapmak gerektiğini hissediyorum. Öylece durup bekleyemem. Çünkü görebiliyorum, iyi değilim, iyi değiliz.
Ama bedenim kilitlenmiş sanki. Hareket edemiyorum, hiçbir şey de hareket etmiyor.
Daha da çok Korktuğumu hissediyorum. Babamın sözleri geliyor aklıma.
"Her kahraman korkar, Perseus."
Ama bu kadar değil. Bu kadar korkuyor olmam iyi değil.
Neden ben? Neden bütün belalar benim başıma geliyor? Neden lanet olası dünyada ben ve sevdiklerim dışında başkalarını bulamıyorlar?
Korku bedenime işliyor. Ellerim titremeye başlarken soğuk soğuk terlediğimi hissediyorum. Sakinleşmeliyim, kalp atışlarım yavaşlamalı.
Bu maceranın sonu neresi? Huzuru bulabilecek miyim? Hikayemin sonu mutlu mu bitecek?
Kaşlarımı çatıyorum. Ne yapıyorum ben?
Sen ne yapıyorsun Perseus Jackson?
Ve sonra soruyorum kendime. kimsin sen? Kim için yaşıyorsun? Kim için savaşıyorsun?
Bedenim zangır zangır titriyor, sakinleşemiyorum.
Kimim ben?
Kim için yaşıyorum?
Kim için savaşıyorum?
Düşüncelerim keskin birer cam parçası gibi kalbime batıyor.
Kaybolmuş hissediyorum. Bu kadarını kaldıramam. Sevdiğim herkesin acı çekişini, belki de ölüşünü seyredemem.
O kadar güçlü değilim. Değilim. Ben sadece Percy'yim. Sadece Percy.
"Değilsin." hemen yanımda duyduğum ince sesle başımı o yana çeviriyorum. O kadar şaşırıyorum ki titremelerim kesiliyor.
"Bianca?" Şaşkınlıkla avcı kıyafetleriyle yanımda duran, Nico Di Angelo'nun ablasına, Bianca di Angelo'ya bakıyorum. Zeytin rengi gözlerini benimkilere dikiyor.
"Sen sadece Percy değilsin, bunu biliyorsun." diyor Bianca hafifçe gülümseyerek kolunu omzuma koyarken. Kaşlarımı çatarak koluma bakıyorum.
Bir buhar gibi değil, elinin soğukluğunu hissedebiliyorum.
"Sen..." diyorum titrek bir sesle."Gerçek olamazsın."
Bianca'nın gülümsemesi genişlerken omuz silkiyor."Gerçeklik de göreceli bir kavramdır Percy, benim burada oluşum gerçek değilse bile ben gerçeğim."
Az önce gittiğini umduğum titreme geri geliyor. Bianca yavaşça elini çekerken vereceğim cevabı düşünüyorum.
Cevabım yok.
Bianca bunu anlamışçasına gülümsüyor. Ona öylece bakıyorum.
"Kimim ben?" diye soruyorum Bianca'ya. "Kimim ben, Bianca?"
Bianca yüzüme bakıyor. Cevap vermesini bekliyorum. Bir cevap geliyor fakat ondan değil.
"Sen bir kahramansın." diyor bir erkeğin sesi. Bakışlarımı karşıya çevirdiğimde Charles Beckendorf'u görüyorum. O da gülümsüyor."Sen, Olimpos'un, Melez Kampı'nın, Jüpiter Kampı'nın, bütün dünyanın kahramanısın."
Soğuk terler dönerken Beckendorf'un yüzüne bakıyorum."Burada ne işin var?"
Beckendorf omuz silkiyor."Gerçek olmadığımızı söyledin. Yani teknik olarak burada değiliz."
Kesik kesik nefes alıyorum, kalbim göğüs kafesimden fırlayacak gibi atıyor. Bu gördükleri gerçek olamaz, ama o kadar gerçek ki.
Bianca'nın soğuk elini kolumda hissettiğimi hatırlıyorum. Bir hayalet size dokunamaz.
"S-siz ölüsünüz." diyorum kısık sesle."A-ama..."
Beckendorf yüzüme bakıyor. "Sorunu sor, Percy."
Yutkunuyorum. Derin bir nefes alıp yüzüne bakıyorum."Kim için yaşıyorum?"
"Sevdiklerin için." Bakışlarımı bu sefer soluma çeviriyorum. Ethan Nakamura, o tek gözündeki korsan bandıyla karşımda duruyor.
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Artık gerçek olup olmadıklarını sormak garip geliyor.
Ethan Nakamura da gülümsüyor."Sevdiğin herkes için yaşıyorsun, Perseus Jackson."
Sevdiğim herkes için...
"Onların acı çekişini görüyorum." diyorum titrek bir sesle."O-onların... ölümünü seyredemem."
Ethan Nakamura bir heykel gibi dururken gözlerini benimkilere dikiyor."Acıdan kaçamazsın. Ama savaşabilirsin."
İşte o zaman soruyorum."Kim için savaşıyorum?"
"Dünya için." diyor, köprüden düşüşünü gördüğüm Michael Yew."Kahramanlar bütün dünya için savaşır, Percy. Hem sevdikleri, hem sevmedikleri için. Onlar iyilik için savaşırlar."
İyilik... Sevdiklerim. Bütün dünya.
Kaldırabilir miyim? Yapabilir miyim?
"Sorunu sor." diyor Michael Yew. Soracak sorumun olmadığını haykırmak istiyorum.
Ama haklı. Bunu son kez, tekrardan sormam gerek.
"Kimim ben?"
"Kimsin sen?" bunu söyleyen kişiye, Bianca'nın yanında duran, Gecegölgesi Zoe'ye bakıyorum.
"Soruyu ben sordum." diyorum kaşlarımı çatarak."Senin cevap vermen gerekir."
Zoe omuz silkiyor."Zatialiniz bunu zaten biliyorken, niçin?"
Kaşlarımı çatıp bakışlarımı yere çeviriyorum.
Biliyor muyum?
Biliyorsun, diyor bu sefer içimdeki ses. Biliyorsun.
Biliyorum,  diyorum kendi kendime. Biliyorum.
"Ben..." diye söze başlıyorum."Ben Percy Jackson, Poseidon'un oğluyum. İki kamp arasındaki köprü, Roma lejyonunun yargıcı."
"Devam et."
Bunu söyleyen kişiye dönüyor bakışlarım. Eski düşmanım Luke Castellan, mavi gözlerini bana dikmiş, en ufak hareketimi bile kayda almak istercesine izliyor beni. Ürpererek bakışlarımı ondan başka yöne çeviriyorum.
Devam et.
"Ben Percy Jackson." diyorum titrek bir sesle."Ve ben... ben bir kahramanım."
Bir anda her şey etrafımda beyaz bir sise karışıyor, görüntüm bulanıklaşıyor.
"Dünyayı tekrardan kurtar." diyor Bianca o ince sesiyle."Sana güveniyoruz."
"Yolundan şaşma, Poseidon'un oğlu." Zoe'nin sesiyle etraftaki sis dağılıyor ve o ana kadar kaybettiğimiz bütün kayıpları görüyorum.
Silena Beauregard, satir Leneus. Hepsinin yüzünde bana güven veren bir ifade var.
"Yapabilirsin, Percy ." diyor Beckendorf.
"Yapabilirim." diye mırıldanıyorum belli belirsiz.
"İşte böyle, Kahraman. Devam et."
Gözlerimi kapattım.
Ben Percy Jackson'ım. Sevdiklerim için yaşıyorum. Bütün dünya için savaşıyorum.
Tekrardan gözlerimi açtığımda her şeyin gerçekten de bir saniye kadar sürdüğünü fark ediyorum.
Oradayım, arkadaşlarım ve ben hala yaralı ve dayanmaya çalışıyoruz.
"Gerçeklik de göreceli bir kavramdır, Percy. Benim burada oluşum gerçek olmasa bile ben gerçeğim."
Onlar gerçek. Öldükleri gerçek.
Pes edemem. Onlar boşuna ölmedi, bunu onlara yapamam.
Yüzümde çılgın bir gülümsemeyle onlara bakıyorum.
"Yapabiliriz." diyorum güven verici bir sesle."Başarabiliriz. Başaracağız."
Annabeth'in elini tuttuğumda içtenlikle gülümsüyor. Bakışlarını benden arkadaşlarımıza çeviriyor.
"Yapabiliriz." diyor güçlü bir sesle."Ve yapacağız."
Kim olduğumu, kim için yaşadığımı, kim için savaştığımı oldukça iyi biliyorum.
Ve bunu yapabilirim. Yapacağım.
___
Share:

0 yorum:

Yorum Gönder